07.11.24

Tohumda Sessiz Savaş

Avrupa’da gıda tedariğinin temelini oluşturan tohumların kontrolü konusunda sessiz bir savaş yaşanıyor.

Avrupa, dünyanın en çeşitli tohum endüstrilerinden birine sahip. Sadece Almanya, Hollanda ve Fransa’da yüzlerce yetiştirici yeni tahıl, sebze ve baklagil çeşitleri üretiyor. Verim, hastalık direnci ve lezzet gibi istenilen özellikleri geliştirmek amacıyla uzun yıllar süren çaprazlama çalışmaları ile tohumlar, yerel ortama uyarlanıyor. Bu çalışmalar Avrupa’nın biyolojik çeşitliliğini korumaya ve gıda kaynaklarının artmasını sağlamaya yardımcı oluyor. Ancak çalışmalar, patent endüstrisi tarafından giderek artan bir tehdit altında.

AB’de bitki patenti almak yasak ancak teknolojik yollarla elde edilen versiyonlar teknik yenilik olarak sınıflandırılıyor ve bu nedenle patentlenebiliyor. Bu durum, küçük ölçekli yetiştiricilerin artık bu tohumları serbestçe ekemeyeceği veya lisans ücreti ödemeden araştırma amaçlı kullanamayacağı anlamına geliyor.

Avrupa genelinde, tarım şirketlerinin teknik yeniliklerle ürettikleri iddiasıyla,  doğal olarak yetiştirilebilen yaklaşık 1.200 tohum çeşidi patent kapsamına alınıyor . Bu patentler, Brüksel’den tamamen bağımsız olan ve şirket patent ücretlerinden finanse edilen, kararlarına AB üye ülkelerinin uyduğu, az bilinen Avrupa Patent Ofisi (EPO) tarafından veriliyor.

Avrupalı ​​küçük üreticiler, patent konusunda mağduriyet yaşıyor

Hollandalı De Bolster şirketinde organik yetiştirici olan Frans Carree, tüm hasadı yok edebilen kahverengi buruşuk meyve virüsüne dayanıklı bir domates geliştirmek üzere çalıştıklarını, ancak çalışmalarının, çokuluslu şirketlerden gelen bir düzineden fazla patent başvurusuna takıldığını belirtiyor. Patentler henüz alınmamış olsa da hukuki belirsizlik yaratıyor ve yatırımının karşılığını alamama gibi ciddi risk taşıyor.

Carree’nin, virüse dayanıklı kendi domatesini geliştirebilmesi için şirketlerin hangi özellikler için patent başvurusunda bulunduğunu anlamak üzere, tüm patent başvurularını okuması gerekiyor. Ancak patent başvuruları o kadar karmaşık bir dille yazılabiliyor ki, bu yüzden anlamak her zaman mümkün olmuyor. Daha sonra patentli özelliğin çeşitlerinde bulunmadığından emin olmak için bir laboratuvarda tüm bitkilerinin dizilimini yaptırması gerekiyor ki bu da zaman ve maliyet açısından yorucu bir işlem. Carree, konu hakkında şunları söylüyor: “Patentlere rağmen çalışmaya devam edebilmek çok fazla mesai gerektiriyor, bunu asıl işim olan yetiştiriciliğin yanı sıra yapıyorum. Ben bir yetiştiriciyim, bitkilerimle birlikte olmayı daha çok seviyorum.’’

Yeni Genomik Tekniklerin serbestleşmesi, patent sayısını arttırabilir

Son yıllarda Yeni Genomik Teknikler (NGT) olarak bilinen yeni düzenleme tekniklerinin geliştirilmesi, bilim insanlarının tohumların genetiğini düzenlemede bir cerrah gibi çalışabilmelerine olanak sağlıyor. Yeni Genomik Teknikler uzmanların, belirli genlerin mevcut işlevlerini iyileştirmelerine ve bu sayede daha az ilaç ve gübre kullanımı, hastalık ve kuraklığa dayanıklı bitkiler, hatta deniz suyu ile sulanan tarlalar bile düşünülebilmesine olanak sağlıyor.

Günümüzde yeni genomik teknikler ile elde edilen tüm bitkiler, bir organizmadan diğerine gen eklenerek oluşturulan genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO’lar) kadar sıkı bir şekilde takip ediliyor. Ancak bu yılın Şubat ayında Avrupa Parlamentosu, piyasadaki NGT’leri düzenlemeden muaf tutmak için oy kullandı ve hatta bazılarının geleneksel olarak yetiştirilen bitkilerin eşdeğeri olarak kabul edilmesine izin verdi.

Avrupa Komisyonu’nun yaptığı bir araştırmaya göre, AB düzeyinde NGT’lerin potansiyel serbestleşmesiyle tohum patentlerinin sayısı artabilir. Çiftçiler ve yetiştiriciler için artan maliyetler ve yeni bağımlılıklar konusundaki endişeleri gidermek için parlamento, NGT’ler üzerinde patent yasağı da önerdi. Ancak NGT’ler hakkında nihai bir kararın yakın zamanda çıkması beklenmiyor. Parlamento şu anda üye devletlerle müzakerelerde bulunuyor ve bunların birçoğu, Avusturya, Fransa ve Macaristan dahil, tarımda genel olarak genetik mühendisliğine karşı çıkıyor. Ancak AB üye devlet başkanları sonunda bir patent yasağı konusunda anlaşsalar bile, bu etkisiz olabilir. NGT kurallarından sorumlu Alman Yeşiller Partisi Üyesi Martin Häusling, böyle bir yasağın “hiçbir işe yaramayacağı” konusunda uyarıyor. Bunun nedeni, Avrupa Patent Ofisi (EPO)’’nin, Avrupa genelinde neyin patentlenip patentlenemeyeceği konusunda söz sahibi olması.

Avrupa Patent Ofisi (EPO) hakkında

EPO’nun etki alanı 27 AB üye ülkesinin ötesinde Birleşik Krallık, Türkiye ve İsviçre’nin de aralarında bulunduğu 39 üye ülkeyi kapsıyor. Kendini ‘kamu hizmeti kuruluşu’ olarak tanımlayan EPO , Avrupa patentlerinin onaylanmasını merkezi bir süreçle yönetiyor.

Aslında bu durum, 2017’de sona erebilirdi. Yıllardır küçük yetiştiriciler, çiftçi grupları ve çevre örgütleri, giderek daha fazla biyolojik materyalin patentler yoluyla özelleştirildiği konusunda alarm veriyordu. Buna yanıt olarak Avrupa Komisyonu, 2017 yılında 1998 Biyoteknoloji Direktifi hakkında, “esas itibarıyla biyolojik süreçlerle elde edilen ürünlerin” patentlenemeyeceğini belirten bir yorumlayıcı bildiri yayınladı. EPO, Komisyon’un yorumunu izleyerek geleneksel yöntemlerle yetiştirilen bitkilere patent verilmesini yasakladı; bu karar yetiştiriciler ve çiftçiler tarafından memnuniyetle karşılandı. Ancak kısa sürede kritik boşlukların olduğu fark edildi. EPO’nun İdari Konseyi, bir tarafta doğal olarak oluşan gen varyantları ve mutasyonlar ile diğer tarafta genetik mühendisliği tarafından üretilen teknik müdahaleler arasında net bir ayrım yapmadı.

Avrupa Patent Ofisi eleştiriliyor

EPO, küçük yetiştiriciler, çevre örgütleri, politikacılar ve hatta endüstri tarafından eleştiriliyor. Eleştirmenler, EPO’nun patent vermeye teşvik edildiğini, çünkü 2,5 milyar avroluk şaşırtıcı bütçesinin tamamen başvurudan incelemeye kadar kullanıcı ücretlerinden elde edildiğini söylüyor. Bu, olası çıkar çatışmaları konusunda endişelere yol açıyor. Diğer yandan çokuluslu şirketler patent kalitesi hakkında endişelerini dile getirirken alınan patentlerin, güvenilirliğinin tehlikede olduğunu belirtiyor.

Kaynak: Euronews