Tarımın Doğası Küçük Aile İşletmelerinde Kilit Nokta ‘Kooperatifleşme’
Kooperatif kelimesi, Latince işbirliği anlamına gelen “Cooperatio” kelimesinden türemiştir. Kooperatifçilik geniş anlamıyla, “büyük bir kitlenin aradığı bir sonuca ulaşmak için ortaklaşa gösterilen bir faaliyette gayret ve olanakları birleştirmek, bir araya toplamak (koordine etmek) ve ahenkleştirmek” demektir. Modern anlamda ilk kez İngiltere’de ortaya çıkan kooperatifçilik hareketinin gerekçeleri, ülkede meydana gelen Sanayi Devrimi’nin getirdiği iç göç, kentleşme vb. sosyal sebepler ile işsizlik, gelir dağılımının bozulması gibi ekonomik faktörlere dayandırılmıştır.
Tarım Gündem Dergisi olarak Eylül-Ekim sayımızda, ‘Tarımda küçük aile işletmelerinin rolü ve kooperatifçilik’ konusunu odağımıza aldık ve özel röportaj konuğumuz Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gökhan Özertan oldu. Gerçekleştirdiğimiz röportajda küçük aile işletmelerinin önemi, bu işletmelerin sorunları, değişen konjonktürde bu işletmelerin dönüşümü ve çözüm olarak kooperatifleşme konularını konuştuk. Bu konuda birçok uluslararası projede görev alan Gökhan Özertan, yönelttiğimiz soruları şu şekilde yanıtladı:
Tarımda küçük aile işletmeleri neden bu kadar önemli?
Dünya geneline baktığımız zaman yaklaşık 600 milyona yakın aile işletmesi olduğunu görüyoruz. Bu demek oluyor ki dünya genelinde de tarım, aile işletmeleri tarafından yapılıyor ve bu aile işletmeleri, tarımsal üretimin yaklaşık yüzde 80’ini gerçekleştiriyor. Neden hemen hemen her yerde aileler bu işi yapıyor? Çünkü ölçekler küçük ve ağırlıklı olarak sermayeler az. Biz Türkiye’de ölçek büyüklüklerinin ortalama 6 hektar olduğunu biliyoruz ancak Asya ve Afrika’da bu ölçek, ortalamada 1 hektara düşüyor. Avrupa’da bu ortalama 15-20 hektar iken Amerika’da 150 hektara çıkıyor. Tüm bu ülkelere baktığımızda yine ağırlıklı olarak tarımda aile işletmelerinin bu işi yaptığını görüyoruz çünkü tarımın doğası bunu gerektiriyor.
Küçük aile işletmeleri nasıl bir profile sahip?
Yakın geçmişe kadar aile işletmelerindeki durum, iş gücü üzerinden şekilleniyordu ve aile içerisinde bir şekilde görevler dağılıyordu. Özellikle daha az gelişmiş ülkelerde sermayenin azlığı ve tarımsal üretimde ihtiyaç duyulan vasıflı çalışan özelliği, ağırlıklı olarak anne-babadan çocuklara geçtiği için de bugüne kadar tablo buydu. Ancak özellikle sosyolojik dinamikler çerçevesinde, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi dünyanın her yerinde tarım sektöründe istihdam edilecek insanlar artık sorun haline gelmiş durumda. Amerika Meksika’dan, Avrupa farklı yerlerden, Türkiye dönem dönem değişmekle birlikte Türki Cumhuriyetler ve Suriye’den işçi çağırıyor. Alışa geldiğimiz aile işletmeleri profili de 2020’li yıllara gelindiğinde artık değişmeye başlamış durumda. Çizdiğim tablo 2020’li yıllara kadar bu şekildeydi ancak artık daha farklı sosyal dinamikler bizi bekliyor gibi görünüyor.
Peki bu değişimin sebepleri nelerdir?
Türkiye’de gençler bu toplumsal dönüşümün içerisinde köyde, kırsalda kalmak istemiyor. Herkes büyük şehirlere akın ediyor. Tarımda 65 yaş da artık fiziksel olarak yorulduğunuz yaş oluyor ve bu yaşa gelindiğinde köyde de insanlar emekli oluyor diyebiliriz. Yani işlediği araziyi, hayvan sayısını vs. azaltıyor. Ama o arazileri işlemeyi sürdürebilecek ve hayvanların bakımını devam ettirebilecek, yetişen bir nesil yok. Durum bu olunca da ya tarla, çiftlik satılacak ya da farklı modellere geçiş yapılacak. Bu değişimin birçok sebebi var ama ana sebeplerinden biri insanların kırsalda yaşamak istememesi.
Bu durum, Türkiye’ye özgü bir durum mu?
Dünyanın her yerinde durum aynı, gençler tarımda çalışmak istemiyor. Bunun birçok nedeni var ama ilk nedeni yeteri kadar para kazanılamaması ikinci nedeni ise prestijli bir iş olmaması. Çiftçilik yapıyorum denildiği zaman toplumda hoş karşılanmıyorlar. Evlenmek isteyen gençler özellikle kadınlar köyde yaşamak istemedikleri için şehri tercih ediyorlar. Bunlar bir zamanlar anekdot gibi anlatılıyordu ama artık her toplantıda, kadınların köyde yaşayan ve tarımla uğraşan bir erkekle evlenmek istemediği ortaya çıkıyor çünkü köyde yaşamak istemiyor. Köyde kalırsa, zaten yaşlı bir nüfusla birlikte yaşamına devam edecek. Diğer yandan köyde yaşam cazip değil çünkü sağlık ve eğitim hizmeti yok, sosyalleşemiyor; şehirde yaşayan biri için çok basit bir ihtiyaç belki ama köyde bir yere yemeğe gitmek gibi bir seçeneği yok. Dolayısıyla şehirde yaşam onlar için çok daha cazip.
Küçük aile işletmelerindeki değişim ne yönde olacak?
Yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı küçük aile işletmesi profili değişmek zorunda ve değişiyor da. Değişim ne yönde gelişiyor derseniz; kurumsal büyük işletmeler yönünde oluyor ve olmaya devam edecek. Parçalı araziler birleştirilecek ve konsolide edilecekler. Bu şekilde ölçekler büyüyecek ve aynı profesyonel şirket yönetimi gibi yine kurumsal işletmeler haline dönüşecekler. Daha büyük makinelerle, daha fazla hayvan sayısı ve biraz da teknoloji yardımı ile daha fazla kurumsal yapıya oturtularak bu dönüşüm gerçekleşecek. Aslında bu dönüşümün artık içerisindeyiz ve ciddi olarak da hissediyoruz.
Türkiye’de, tarımda en temel sorunlar nelerdir?
Türkiye, tarımda verimsizlik sorunu yaşıyor ama tarım çok önemli bir istihdam kaynağı. İnsanları kırsalda tutmanız lazım eğer tutamazsanız, herkes büyük şehirlere göç ediyor ve büyük şehirlerdeki alt yapı, ulaşım ve belediye hizmetlerinde ağır bir baskı oluşuyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’yı zaten bir kenara ayıracak olursak her büyük şehir göç almaya başlayınca, şehirlerin dinamikleri de değişmeye başlıyor.
Bir diğer ana sorun da finansman. Küçük işletmelerin teminat zorluğu, formal krediye erişiminde yaşadığı zorluklar, Türkiye’de kayıt dışılığın çok yüksek olması gibi tüm finansal sorunlar birleşince zaten küçük işletmeler finansal ürünlere erişemiyorlar. Ama bahsettiğim kurumsal ve konsolide yapıdaki işletmeler ticari bir işletme haline geleceği için daha rahat finansman bulacak ve bu işi daha verimli hale getirecekler. Küçük aile işletmelerinin gerekliliğini konuşuyoruz ama diğer yandan mevcut hali ile bu yapılar maalesef çok verimsiz ve Türkiye’de en temel sorunlardan biri verimsizlik.
Verimsizliğin bir nedeni de işletme sayısındaki çokluk olabilir mi?
Genel olarak baktığımızda, her ne kadar problemli olsa da referans olarak aldığımız ÇKS’ye kayıtlı 2 milyonun üzerinde tarım işletmesi var. Bu 2 milyon işletme içerisinde daha modern, eğitimli ve donanımlı kişiler tarafından yönetilen işletmelerin sayısı ise yüzde 5 civarında. Geriye yüzde 95 kalıyor ve problemlerden biri de bu. Verimsizlik mevcut çünkü çok fazla işletme var. Örneğin İngiltere, bizim tarımsal üretim hacmimize çok yakın bir oranı bizim onda birimiz işletme sayısı ile elde ediyor. Bizim 2 milyon işletme ile elde ettiğimiz katma değeri İngiltere, 200 bin işletme ile elde ediyor şeklinde de açıklayabiliriz. Bu noktada ölçek, hayvan sayısı, arazi büyüklüğü ve verimlilik çok kritik hale geliyor. Ama dediğim gibi bu değişecek.
Peki diğer başarılı ülkeleri rol model almak bir çözüm olabilir mi?
Bu yapısal bir dönüşüm aslında yani tarımın yapısı değişiyor ve biz bunu geriden takip ediyoruz. Dünyanın birçok ülkesinde hatta bize benzeyen, yükselen ekonomiler dediğimiz Brezilya, Arjantin gibi ülkeler uzun süre önce bu dönüşümün içerisinden geçtiler. Ne oldu? Tarımdaki iş gücü diğer sektörlere kaydı ve tarım, daha modern ve büyük çiftlikler tarafından yapılır hale geldi. Ancak bu, Türkiye özelinde doğru modeldir diyemem, bunun tartışılması lazım. Çünkü bütün insanlar şehirlere gelmeye başladığında işler çok karmaşıklaşıyor ve çözülmesi çok zorlaşıyor. Çok yönlü ve birçok dinamiğin bir arada değerlendirilmesi gereken bir durum söz konusu.
Küçük aile işletmelerinde dönüşümün önündeki bir engel de maliyetler diyebilir miyiz?
Çiftçiye donanım kazandıralım, eğitelim, modeller oluşturalım ve işletmeler daha modernize edilsin tabii ki ama bütün bunları yapabilmek için sermaye ve araziye ihtiyaç var. Küçük ölçekte, para kazanmak zor. Biz hep üretim tarafına vurgu yapıyoruz ancak maliyetler de inanılmaz artmış durumda. Bir tüketici olarak kendi hayatlarımızda da bunu çok net hissediyoruz. Birebir bunların hepsi küçük ölçekli üreticiye de yansıyor. Mazot fiyatları her geçen gün artıyor ve inanılmaz seviyelere gelmiş durumda. Aynı şekilde bitki besleme ve koruma ürünleri, tohum her şey çok pahalı. Verimli bir şekilde üretimin gerçekleşmesi için maliyet yapısının da iyileştirilmesi gerekiyor.
Bu kadar karamsar bir tabloda sizce çözüm nedir?
Küçük aile işletmeleri hayata nasıl tutunur ve nasıl daha iyi hale getirilebilir dediğimizde işin çok farklı boyutları var ve çok karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz. Finansman, eğitim, teknoloji kullanımı, işletmecilik, bunların hepsi ayrı ayrı dokunulması gereken etmenler. Bunların hepsini çiftçiye bir şekilde kazandırmanız lazım ve bu çok zor bir iş. İyi de bu kadar karamsarlıkla bu işler nasıl çözülebilir diyorsunuz doğal olarak. Ben de bunun tek bir çözümü var, o da ‘kooperatifleşme’ diyebilirim.
‘Kooperatifleşme’ nin nasıl etkileri olabilir örnek verebilir misiniz?
Küçük aile işletmeleri açısından saydığım problemlerin çözümü kooperatifleşmeyle mümkün. Birincisi maliyet problemi dediğimizde; kooperatifleşme ile ölçeğe kavuşacak bu işletmelerin maliyetleri düşecek. Örneğin tek başına 100 litre mazot alacakken, 10 bin- 100 bin litre mazot alacak olduğunda, daha ucuza satın alabiliyor olacak. Bu gübre, tohum, veterinerlik hizmeti, danışmanlık hizmeti gibi birçok girdi için geçerli. İşin ekonomi tarafında bu şekilde bir iyileştirme söz konusuyken ikinci olarak eğitim tarafında da bir iyileştirme söz konusu. Dışarıdan kimden danışmanlık alındığı belli değilken bir anda kooperatifin istihdam ettiği kişiden danışmanlık ya da kooperatifin çalıştığı veterinerden hizmet alınıyor olacak.
Kooperatifleşme istihdam sorununa da bir çözüm olabilir mi?
Temel olarak tarımsal üretimde para, ham üründen değil katma değerli üründen kazanılıyor. Bu şu demek; süt üretiminden kazanılacak para belli ama süt, peynir, kaymak ya da yoğurda çevrildiği zaman kazanılan para da artıyor. Az önce de dediğim gibi bir çiftçiye her türlü donanımın kazandırılması çok zor. Bu noktada kooperatif işin üretim, işleme, paketleme, satış-pazarlama, perakende tarafında özel sektör ile iş birliği gibi alanları koordine ederek problemlere önemli ölçüde çözüm üretiyor. Bu da insanları kırsalda kalmak için en azından motive ediyor.
Yürüttüğünüz projelerde farklı ülkelerdeki durumları görme fırsatınız oluyor. Bu ülkelerde durum nasıl?
Örnek vererek açıklayacak olursam, bir Avrupa Birliği projesinin Türkiye ayağını yürütüyorum ve bu proje içerisinde İspanya, İtalya, Fransa ve Yunanistan’dan akademisyenlerle birlikte çalışıyoruz. Proje, tarım kooperatiflerinin yönetiminin nasıl iyileştirilebileceği üzerine çalışılan bir proje. Projede genel olarak ortaklar tarafının değil kurumsal yapının nasıl iyileştirilebileceği konusuna odaklanılıyor. Projedeki diğer akademisyenler ile konuşurken herkes yakınıyor; ekonomik ya da sosyal sorunlara onlar da vurgu yapıyor ancak o ülkelerde en azından bir yapı olduğunu anlıyorsunuz. Sistemi oturtmuşlar, ilgili yönetmelikler düzenlenmiş, piyasa yapısı düzgün, kooperatifin başında o işi iyi bilen ve kooperatifçilik eğitimi almış insanların bulunduğunu görüyorsunuz. Türkiye’nin 3-4 adım ilerisinde oldukları çok açık ortaya çıkıyor.
Türkiye’de sistem neden oturmuyor?
Türkiye’de 12 bine yakın kooperatif var ancak bunun 6 bini hayalet kooperatif, yalnızca kağıt üzerinde açık ama fiili olarak çalışmıyorlar. Bu 6 bin kooperatif içerisinde kaç tanesi gerçekten başarılı derseniz çok çok azı. Etrafta ürünlerini gördüğümüz bir grup kooperatif var. Çok fazla görmediğimiz ama yine de başarılı olan bir grup kooperatif var. Ancak bunların sayıları ciddi rakamlara ulaşamamış durumda. Tatsız olan kısım ise bu kooperatiflerin, ağırlıklı olarak kooperatifin başındaki bireyin yönlendirilmesiyle ilerliyor olması. Yani kooperatifin yöneticileri iyiyse o kooperatif, o yöneticinin yönlendirmesiyle başarılı oluyor ama kurumsal bir yapıya asla sahip değil. Her işletmenin başarısı, yapıdan ve kurulu sistemden kaynaklanmalı, bireylerden arınmış olmalı. Maalesef Türkiye’de durum böyle değil.
Türkiye’deki kooperatiflerin ana problemleri nelerdir?
Türkiye özelindeki kooperatifçilik çok detaylı çalışılmış durumda. Bu konudaki literatüre baktığım zaman çok nitelikli çalışmalar yapıldığını görüyorum. Resim çok iyi çekilmiş ve Türkiye’deki kooperatiflerin durumu, eksikleri nedir çok iyi tespit edilmiş. Ama diğer sektörlerde ve tarımın genelinde olduğu gibi çözümleri hayata geçirmek çok zor. Çünkü kooperatiflerin yapısı çok karışık.
- Birincisi hukuki yapıları çok karmaşık ve bu yapının içinden çıkmak çok zor. Ayrıca çeşitli bakanlılar ve kurumlar işin içinde. Kooperatif yasaları hep iyileştirilmeye çalışılıyor, bir gayret olduğunu görüyorum ama bir türlü gerekli adımlar atılmıyor. Dolayısıyla çözülmesi gereken hukuki problemler var.
- İkincisi ekonomik problemler var: Kooperatifler, ölçeğe kavuşmada ve başarılı bir şekilde yönetilmekte zorlanıyorlar. Çok istisnai olarak başarılı olanlar var ama yine ölçeğe baktığınızda genel olarak başarılı ilerlemiyorlar.
- Üçüncüsü sosyal problemler var ki bence en önemli problemlerden bir tanesi bu. Ortakların güven unsuru eksik. Türkiye’de genel olarak insanlar birbirine güvenmiyor ve bu kooperatiflere de yansıyor. Çünkü geçmişte çok tatsız tecrübeler yaşanmış.
- Dördüncüsü eğitim alanında problemler var: İşletmecilik tarafında donanıma ihtiyaçları var. Kooperatifçilik konusunda eğitim veren yüksek okul ya da üniversiteler var ama buradan mezun olanlar, çalışabilecekleri kooperatifleri bulamıyorlar. Bu da iki taraflı bir problem.
Bütün bu problemler bir araya geldiği zaman tarım genelinde olduğu gibi kooperatifçilikte de çözüme ulaşmak çok zorlaşıyor. Çok sabırlı olmak ve bunların zaman alacak işler olduğunu kabul etmek lazım.
Başarılı bir kooperatifin olmazsa olmazı kurumsallaşma diyebilir miyiz?
Bu soruyu bir anekdot ile yanıtlamak istiyorum. Alman bir hocayla birlikte, Türkiye özelinde bir kooperatifçilik raporu hazırlıyordum. Bu hoca, Türkiye’ye çok benzer ülkelerde çalışmış biriydi ve problemlerin her yerde aynı olduğunu söylüyordu. Peki siz, Almanya’da nasıl aştınız bu durumu diye sorduğumda, ‘Çok basit; Almanya’da çiftçiler birbirlerine bayılmıyorlar ama birlikte hareket etmezlerse silinip gideceklerini çok iyi biliyorlar. Ayakta kalabilmek, rekabet edebilmek ve para kazanabilmek için güçlerini birleştirmek zorunda olduklarının farkındalar’ dedi. Başarılı örneklere baktığımızda, bu işi kurumsal yapıya oturtarak aştıklarını çok net görüyoruz.