
Dünya çapında özellikle kitlesel turizm egemenliği devam ederken, son dönemin yükselen değeri olarak tarım turizmi dikkat çekiyor. Pandemi ile birlikte değişen tüketici alışkanlıkları sonucunda tarım turizmine olan talep artsa da ülkemiz bu konuda henüz olması gereken yerde değil. Türkiye, bu konuda birçok ülke ile rekabet edebilecek potansiyele sahipken ve iyi örnekleri günden günde artıyorken tıpkı tarımda olduğu gibi tarım turizminde de markalaşma konusu ile sınıfta kalıyor.
Tarım turizmi hem modern hem de geleneksel olarak tarıma dayalı, turistlerin doğayla iç içe konaklama deneyimi yaşayabildiği ve çeşitli tarımsal aktivitelere katılabildiği, kırsal kalkınmaya katkı sağlayan, sürdürülebilir bir turizm çeşidi olarak öne çıkıyor.
Gelişmekte olan tarım turizminin ülkemiz için bir alternatif olmaktan çok bir gereklilik olduğu vurgulanırken bu konuda bir yol haritasına ihtiyaç olduğu ve konunun sadece talep oluşturanlar için değil hizmet sunanlar tarafından da ele alınması gerektiğinin altı çiziliyor.
Tarım Gündem Dergisi olarak Kasım-Aralık sayımızın giriş konusunda ‘Tarım Turizmi’ konusuna yer verdik. Bu konuda özel röportaj konuğumuz, organik tarım üreticiliğinin yanı sıra tarım turizmi alanında da ülkemize değer katan, Değirmen Çiftlik ve Yerlim markalarının yaratıcısı Değirmen Eko Yatırım A.Ş. Kurucu Başkanı Gürsel TONBUL oldu. Gürsel Hanım, gerçekleştirdiğimiz röportajda sorularımızı şu şekilde yanıtladı…
Tarım sektörü ile yakınlaşmanız nasıl oldu?
Hiç tarım eğitimi almadığımı hemen hemen her fırsatta belirtiyorum ancak eşim ve ben, çiftçi kökenli ailelerin çocuklarıyız. Aslında tarımın içinde, narenciye ve zeytin bahçelerinin içerisinde büyüdük ancak sonrasında hayatı, farklı bir iş seçerek kazanmayı tercih ettik. Daha sonra ailemiz için böyle bir dünya yaratma hayaliyle toprak almaya başladık. O yıllarda Kuşadası’nda turizm geliştikçe insanlar, topraklarından çok kolay vazgeçiyorlardı. Bu yüzden yer bulma konusunda çok zorlanmadık. Toprak ile yeniden yakınlaşmam bu şekilde başladı.
Öncelikle bir turizmci olarak farklı ülkelerde ne dikkatinizi çekmişti?
Eşimle birlikte hayatımızı idame ettirdiğimiz iş, turizmdi. Bu vesileyle çok sık yurt dışı seyahatlerimiz olurdu. Gittiğimiz ülkelerde hep gelenek ve kültüre sahip çiftlik ya da şatolarda, dostlarımızın misafiri olurduk. Tarih, doğa ve kültürün içe içe olduğu bu bölgelerin nasıl korunduğuna ve ne kadar özen gösterildiğine tanıklık etmek çok özel bir deneyim. Tarihi dokuyu ve kültürlerini korumuşlar, tarımsal üretime devam etmişler ve en önemlisi topraklarına sahip çıkmışlar. Bunu yaparken de turizm adına asla yerel kültürlerinden taviz vermemişler ve yaşam biçimlerini değiştirmemişler.
Ülkemizde eksik olan neydi?
Bizim ülkemizde doğa, kültür, yemek ve yaşamın bir arada olduğu bir ortam maalesef yoktu. Hayatım boyunca başkasının sahip olduğu bir şeyi kıskanmadım. Ama yurt dışında gördüğüm tarım turizmi örneklerinden sonra bizim neden yok diye kıskandığımı itiraf edebilirim. Çünkü ülkemiz hem tarım hem de turizm potansiyeli çok yüksek bir ülke. Su, toprak, iklim koşulları ile inanılmaz güzel bir coğrafyada yaşıyoruz ve neden bizde yok dememek elde değildi.
Değirmen Çiftlik fikri bu şekilde ortaya çıktı diyebiliriz sanırım değil mi?
Yirmi beş-otuz yıl önce, bugün artık ciddi bir şekilde yatırım yapılmaya başlanan tarım turizmi kavramının geleceğini gördüm diyebilirim. Biz neden yapmıyoruz düşüncesi aklıma düştüğü andan itibaren ülkemizde bunun bir örneğini nasıl yaratırız diye hayalini kurmaya başladım. Aynı zamanda benden sonra bu işi yapmak isteyecek olanlara iyi bir örnek yaratmak adına da bu işe giriştim.
Peki süreci nasıl başlattınız?
Aslında süreç aşama aşama ve biraz da kendi akışında ilerledi diyebilirim. İlk aldığımız toprağın yan tarafı satışa çıktı ve onu aldık. Daha sonra diğer yanı satışa çıktı, orayı da alalım dedik. Bu şekilde toprak varlığımız genişledi ve kontrol edilmesi güç bir hal aldı. İşte o zaman tarımsal üretimin yapıldığı, kendi hayvanları olan, restoranı, değirmeni, mutfağı, fırınıyla Değirmen Çiftliği hayal etmeye başladım. Adım adım da bu hayali gerçekleştirmek üzere çalıştım.
Kuruluş adımlarını sizden dinleyebilir miyiz?
Seksenli yılların başında ilk toprağımızı aldıktan sonra bağ bahçe tesis etmeye başladık. Doksanlı yılların ortalarına doğru mevcut arazi eklemeleriyle alan büyüyünce aile meclisi, artık buraların bir düzene ihtiyacı olduğuna karar verdi. Ancak 85-95 yılları arasında geçen süreçte hayatımızı kazanmakla meşguldük ve turizm sektöründeki işimizde yoğun çalışıyorduk. 1995 yılında burayı kurumsallaştırma görevini ben üstlendim ve 2000 yılına kadar tarımı öğrenmek üzere çalıştım. Bugüne kadar neler yapılmış, yanlışlar ve yapılması gereken doğrular neler, bunlarla ilgilendim. 2000 yılında ise sertifikalı organik tarım yapmak üzere ilk başvurumu yaptım. O yıldan bu yana da kesintisiz olarak sertifikalı organik tarım üretimi yapıyoruz. 1995 yılında, çiftliğin kurumsallaşma süreci ile beraber Değirmen’in ilk inşaatı başladı. Aynı zamanda bu, tesis kimliğinin de başlangıcı oldu tabii ve 2010 yılına kadar kurgu-kurulum aşamaları devam etti.
Peki Yerlim markasının doğuşu nasıl oldu?
Tarımsal üretim arttıkça ortaya çıkan atık miktarı da çoğaldı. Nasıl derseniz örneğin, domates yetiştiriyoruz. Çok olgun olanlar fireye çıkıyor ve atık oluyor. Halbuki o kadar değerli bir ürün ki salçasının en iyi olacağı kıvama gelmiş. İşte bu noktada böyle olmaz, çok fazla zarar-ziyan var ve bunlar katma değerli ürünlere dönüşebilir düşüncesiyle, 2005-2006 yıllarında Yerlim markasını oluşturarak bir kadın üretim atölyesi kurdum. Daha sonra markanın içini doldurmaya başladım. Sonuç olarak domates salçası ya da şeftali reçeliyle başladığımız iş bugün, üç yüzün üzerinde atıksız ürüne dönüştü.
Değirmen Çiftlik, döngüsel kelimesinin tam karşılık bulduğu bir yer demek yerinde olur sanırım?
Kesinlikle. Yerlim ile birlikte döngüsel kurguyu tamamlamış olduk. Bugün yalnızca domatesten elde ettiğimiz otuzdan fazla ürünümüz var; kabuğundan çekirdeğine kadar her bir hücresini değerlendiriyoruz. Yaptığım en doğru hamlenin de Yerlim’i yaratmak olduğunu itiraf edebilirim çünkü bu sayede aslında günübirlik turizm noktası olarak kurguladığımız Değirmen Çiftlik’in arka planındaki işin varlığını, değerini ve önemini vitrine koymuş olduk. Restoranda zeytinyağını ya da kuru domatesi yiyip çok beğenen bir kişi, Yerlim sayesinde aynı zamanda bu ürünü satın alabiliyor.
Bu noktada Değirmen Çiftlik için bir tarım turizmi noktası demek yanlış olmaz değil mi?
Değirmen Çiftlik, kırsalda gösterişli bir taş binada ızgara köfte yapan bir yer değil, gerçek bir tarım turizmi noktası. Arkasında çok değerli bir tarımsal üretim ve üretimden elde edilen yüksek katma değerli çıktıları olan, onlarca kişiye istihdam sağlayan, özellikle kadın bilgisinin ve emeğinin değerli kılındığı bir yer. Tüm bunları yaparken yerel beslenme kültürünün korunduğu ve sürdürüldüğü bir yer olarak da hayatına devam ediyor. Aynı zamanda tarladan sofraya kavramının da güzel bir örneğini oluşturuyoruz.
Peki bu noktada tüketici alışkanlıkları nasıl?
Birçok misafirimiz, örnek veriyorum domates var ama patlıcan yok gibi serzenişte bulunabiliyor. Tüm ihtiyaçlarını tek bir noktadan karşılamak istiyor. Ancak bu iş o kadar kolay değil. Öncelikle burası bir zincir mağaza değil, organik üretim yapılan bir yer. Bu yüzden mevsiminde ne varsa onu sunuyoruz. Diğer yandan sezonsallığı, Yerlim ürünleri ile aşıyoruz. Her mevsim domates yok ama domates üretim zamanında hazırlanmış püresi, salçası, kurusu gibi birçok alternatif var. İşimizin temeli olan organik üretim gereği doğaya uygun ve saygılı hareket etmek kırmızı çizgimiz.
Tarım kültürü dediğimiz kısım aslında bir bütün değil mi?
Evet, tarım kültürünün içerisinde sadece yetiştiricilik yoktur. Olmadığı zamanlar için hazırlık yapma kısmı da kültüre dahildir. Konserve yapmak, sebze-meyveleri kurutmak, salamura yapmak gibi… Örneğin Kars, zengin bir yemek kültürüne sahiptir ancak yılın yarısını kar altında geçiriyorlar. Peki altı ay yemek yemeden mi duruyorlar, tabii ki hayır. Etlerini kurutuyorlar, salamura yapıyorlar ve kilerlerini dolduruyorlar. Demek istediğim, olmadığı zamanlar için korumayı ve değerlendirmeyi biliyorlar. Diğer yandan bu kültürün içerisinde birçok ritüel de yer alır. Danslar, oyunlar oynanır. Kadınlar bir araya gelip erişte keser, tarhana karıştırır. Komşu komşuya yardım eder. Tarım kültürü dediğimiz şey aslında bir ekosistemdir.
Kültürün yok olma sebepleri sizce neler?
Gıda sanayileştikçe, işin kültür tarafı maalesef unutuldu. Bu yüzden tarım kültürü de tarım endüstrisine dönüştü. Toplum bir arada yaşarken yapılanlar, gıda sanayileştikçe insanların bireyselleşmesi sonucunda yok olmaya başladı. Çünkü insanın başkalarına ihtiyacı kalmadı. Özünde böyle değil tabii ki ama şehir hayatında yaşamlar artık bu şekilde. Telefonunda internet bağlantısı ve kredi kartı olan herkes her şeye ulaşabiliyor. Biz Değirmen Çiftlik’te, unutulan kültüre sahip çıkıyor, yeniden hatırlanmasını ve değerinin anlaşılmasını sağlıyoruz. Biz ve bizim gibi işletmeler, yeni neslin unutulan kültürle tanışmasında aracı oluyoruz.
Tarım turizmi, kültürü yeniden canlandırabilir mi?
Tarım turizmi denilen kavram son yıllarda gelişmeye başladı çünkü artık insanlarda, bir yerde bir eksik var uyanışı başladı. Bu uyanışta hastalıklar, pandemi, ekonomik krizler gibi birçok etken söz konusu. Diğer bir deyişle bit pazarına nur yağdı da diyebiliriz. Bu dönüşle birlikte yerel kültür ve beslenme alışkanlıkları, unutulan ritüeller gibi birtakım farkındalıklar oluşmaya başladı. Yerel ürünlerin aslında ne denli değerli ürünler olduğu anlaşıldı. Tarım turizmi, tarım kültürünün geri dönüşünü sağlayacak bir kanal olarak yeniden açıldı ve büyüyor.
Tarım kültürünün canlanmasından önemli noktalar nedir?
Önceki soruda insanlarda uyanışı konuşmuştuk. Her şeye sahip fakat mutsuz insan, eksik nedir diye araştırıyor. Fark edenler zaten değişiyor ve dönüşüyor. Günümüzde hala azınlık olsa da artık insanların eksiği sorguladığı dönemdeyiz. Ancak arayış sırasında yanlışlar da yapılıyor. Dönüşüm sancılı bir süreç ve kişilerin hayal kırıklıklarına karşı durabilmek için güçlerinin birleşmesi gerekiyor. Bence en önemli nokta, tercihleri ortak olan kişilerin bir araya gelip yeni topluluklar oluşturması lazım ki kültür yeniden hayat bulabilsin. Tercihleri ortak olmayan kişiler, kültürü yeşertme ve yaşatma konusunda başarılı olamazlar çünkü bir arada yaşamaları zaten zordur.
Neden ortak yaşam tercihleri olan insanlar bir arada yaşamalı?
Yaşadığımız bir örnekle açıklayayım. Yakın çevremize siteler yapılıyor. Zaman zaman hayvan kokusu olduğu için sorun yaşıyoruz. Biz, çevre temizliği konusunda maksimum önlem alan bir işletmeyiz. Ancak burası da bir çiftlik. Tabii ki koyun koyun gibi, inek inek gibi kokacak. Ancak buraya, kırsala taşınma kararını sen aldın. Burası bir zeytinlikti, bağın bahçenin içerisinde olmayı sen istedin. Şimdi buradaki şartlardan şikayet ediyorsun. Yok horoz ötüyormuş, yok koyun kokuyormuş. Her tercih bir vazgeçiş. Bu şekilde bir yaşam kararı almadan önce nelerden vazgeçebileceğinizi iyi düşünmelisiniz. Şehirdeki yaşamı burada sürdürmeye devam edemezsiniz, köyde yaşamak böyle bir şey değil. Bu şekilde köyün kültürü de bozuluyor. Bu yüzden ortak yaşam tercihleri olan insanların bir arada yaşamaları oldukça önemli.
Tarım turizmi, ülkemiz için bir fırsat diyebilir miyiz?
Tarım turizmi, ülkemiz için çok büyük bir fırsat. Doğru planlama ile Türkiye’de hem tarımı kalkındıran hem de turizmi besleyen iki yönlü gelişim elde edilebilir. Üç tarafımız denizlerle çevrili, topraklarımız bereketli dağlar ve ovalardan oluşuyor, tarih, kültür, endemik çeşitlilik her türlü imkana sahibiz. Bu konu merkezi yönetim, yerel yönetimler, enstitüler, üniversiteler ve yerel halk ile birlikte planlanırsa inanılmaz bir fırsat yakalayabiliriz.
Tarım turizminin, endüstriyel turizmden farkı nedir?
Tarımda olduğu gibi turizm de kitlesel (mass) turizm ve kültür turizmi olarak ikiye ayrılıyor. Bu iki sistem birbirine kesinlikle karşı değil, tam tersine ikisi birlikte olabilmeli. Kitle turizmi her şey dahil sistemler, yüksek kişi sayıları ve büyük tesisler olarak öne çıkarken, kültürel bir turizm çeşidi olarak tarım turizminde bireysel ilişki, samimiyet, dostluk kurulması ve güvenlik kriterleri öne çıkıyor. En önemli kriter ise güvenlik. Kırsalda güvenliği sağlamak zorundayız. Çünkü insanlar ilk önce güvenli daha sonra da kolay ulaşılabilir lokasyonları tercih ediyorlar. Daha sonra ise samimiyet geliyor. Evinize gelen misafiri ağırlıyormuşçasına samimi davranmak gerekiyor. Diğer turizm şeklinden ayrıldığı en önemli nokta da bireysel iletişim oluyor.
Tarım turizminde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta nedir?
Bilinçli turist ne aradığını ve istediğini biliyor. Eğer siz -miş/mış gibi yaparsanız, bu kişileri yalnızca bir kere kandırabilirsiniz. Çünkü bu kitle, oldukça bilinçli. Üstelik bu insanlar, birbirleriyle sıkı iletişim halindeler. Bir de sosyal medyayı düşünürseniz, burası anlatıldığı gibi bir yer değil yorumu, yapılan tüm yatırımı çöpe dönüştürür. Dolayısıyla en önemli nokta, tarım turizminin geniş kapsamının göz ardı edilmemesi. Yerel mimari, yerel halk kültürü, yerel üretim ve yemek kültürü, bunların hepsi bir bütün olarak düşünülmeli. Konu, sadece yeme-içme noktasına indirgenmemeli. Bir ekosistem olarak yaşandığı ve yaşatıldığı planlar dahilinde hareket edilmeli.
Markalaşmanın etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tarım turizmi konusunda Türkiye, henüz alfabenin a’sında diyebilirim. Dünya bu konuda gerçekten çok ileride çünkü birçok ülke bu konuda kendisini marka haline getirebilmiş. Bugün Toskana’nın bağları ve şarapları, zeytinlikleri ve zeytinyağı bizim ülkemizde yok mu? Elbette var hatta çok daha iyileri de vardır. Ama Toskana kendisini markalaştırmış ve tüm dünyaya bunu turizm hizmeti olarak sunmuş. Başarısının temeli ise bunu yaparken, gerçeğini yaşatabilmeyi de başarmış olması. Biz ne yapıyoruz? Gelen turiste Fransız peyniri sunuyoruz. Birincisi, o Fransız peynirinin en iyisini sunman mümkün değil çünkü onlar kendi ülkelerinde en iyisini buluyor, yiyorlar zaten. Aradıkları, Fransız peyniri değil. Tam tersine yerel kültürü görmek, özgün olanı tatmak üzere ülkemize geliyorlar.
Türkiye’de tarım turizminin önündeki en büyük tehlike nedir?
Tarım ve turizmi birleştirmek istiyoruz ancak yalnızca turizm tarafına odaklanıyoruz. Bence en büyük tehlike bu. Asıl odaklanmamız ve korumamız gereken ise tarım kültürü. Turizm, tarım tarafına yapılan bir yatırımın çıktısı olmalı. Biz maalesef gelir getiren taraf turizm gibi düşünerek çok büyük hatalar yapıyoruz. Yerel tarım ve yerel turizm birlikte gelişmeli. Farklı sürdürülebilir gelir kaynakları sağlanarak gelişimi desteklenmeli. Kısa vadede büyük gelir elde etme hevesiyle maalesef bu da çok çabuk tüketilebilir. Örneğin şu anda her aklına esen bir yere bungalov koyuyor, gördükçe üzülüyorum. Bir başka üzücü örnek kırsala havuzlu villa yapımı; su günümüzdeki en kıymetli şey ve giderek kıt kaynak haline geliyor. Tarımsal üretimde kullanılması gereken suyun, havuz doldurmak için kullanılması çok yazık. Bunlar çok büyük hatalar.
Değirmen Çiftlikte, bir etkinlik takviminiz var mı?
Değirmen Çiftlik’te aslında çok fazla etkinlik yapmıyoruz. Rutin bir etkinlik takvimimiz yok. Çünkü -mış gibi yapmamak adına mevcut etkinliklerin içerisinde olmak çok istemiyorum. Bizden talep edildiği takdirde özel programlar düzenliyoruz. Turizm şirketleri tadım ya da bağ bozumu etkinliği talep edebiliyor. Okullarla koordine olarak çocuklar için birtakım etkinlikler düzenliyoruz. Aslında ben burayı daha çok çocuklar için yaptım diyebilirim çünkü çocukları çok önemsiyorum. Onların hayvanlarla birlikte, doğanın içerisinde zaman geçirebileceği, neşe içerisinde çocuk gibi davranabileceği ve güvenilir yemekler yiyebileceği bir yer olması için çok özen gösterdim ve onları burada izlemek büyük bir keyif.
Tarihi zeytin ve zeytinyağı müzesi Oleatrium hakkında bilgi verir misiniz?
Eşim, ulusal bir rehber ve aynı zamanda zeytin ağacına tutkun biri. Bütün Anadolu’yu gezmiş ve ilgi alanı doğrultusunda zeytinin yetiştiği her coğrafyada merakla dolaşmış. Bu zeytin sevgisini bana da aşıladı tabii ki. Turizmden para kazanmaya başladığımızda küpler, presler zeytin ve zeytinyağı ile ilgili makineler toplamaya başladı. Bunları korumak için çiftlik içerisinde bir depo yaptırdık. Ancak 25-30 yıl içerisinde artık depolanamaz bir birikime ulaştı ve bunları korumak da ayrı bir sorumluluk. Bunun üzerine müzeyi kurgulamaya başladık. Bir hikayesi olsun ve bir zaman tüneli yaratalım istedik.
Peki Oleatrium’un özellikleri neler?
Oleatrium, dünyada sıfırdan inşa edilmiş, senaryosuna göre donatılmış tek örnek. 2009 yılından bu yana misafirlerini ağırlamaya devam ediyor. Eski bir taş değirmen zeytinyağı işliğinden dönüştürülmüş, bir maket ya da çizim müzesi değil. İyonların zenginlik, refah, sağlık ve mutluluklarının kaynağı zeytin ve zeytinyağı olmuş. Bu yüzden kurgusuna İyon döneminden başladık. En basit zeytinyağı elde etme yöntemlerinin ve Anadolu’daki gelişimin gösterildiği bölümlerle devam ettik. En sonunda da buharlı makineler ve elektrikli döneme geçiş kısmıyla zaman tünelini bitirdik. Son olarak bir bölümü de zeytinin kardeşi olduğunu düşündüğümüz için, üzüm ve şaraba ayırdık. Oleatrium, tüm müzeler gibi pazartesi günleri kapalı, diğer tüm günler ziyaret edilebilir.
Burada konaklamak isteyen kişiler için bir seçenek sunuyor musunuz?
Konaklama için altı odalı, odaları oldukça sade tutulmuş küçük bir bağ evimiz var. Basit ve sade tutmamızın sebebi zaten tesis içerisinde tüm ihtiyaçlarının karşılanıyor olması. Kahvaltı, yemek, bağ, bahçe ve hatta gezebilecekleri bir müze bile var. Bu noktada hizmet anlayışımız da açıkçası misafirlerin etrafında dönmek şeklinde değil tam tersine burada konaklayanlara şu mesajı veriyoruz; siz talep ederseniz biz buradayız, istediğiniz her türlü hizmeti sunabiliriz. Ancak siz talep etmediğiniz sürece sizi rahatsız etmeyiz, özgürsünüz. Dolayısıyla klasik bir konaklama anlayışından bahsetmiyoruz. Bu yüzden daha çok aile, arkadaş veya çalışma grupları halinde misafirlerimiz oluyor. Kimisi bir araya gelmek, beyin jimnastiği yapmak, negatif elektriklerini boşaltmak, zihinlerini dinlendirmek, okumak, yazmak, kimileri de birkaç gün gerçek hayattan kopup yalnız kalmak için gelebiliyorlar.