Sürdürülebilirlikte Bireyin ve Küçük Adımların Gücüne İnanmak Gerekiyor
Çevresel sürdürülebilirlik, su kıtlığı ve olumsuz hava koşulları, Türkiye’de tarımın önündeki en büyük riskler. Ayrıca Türkiye’de tarımsal gıda sektörünün iklim şartları kaynaklı risklere karşı savunmasız olduğu da bir gerçek. Mevcut tarımsal üretim modellerinin iklim krizini artırdığı ve biyoçeşitlilik kaybını derinleştirdiği yönündeki çalışmalar ise gün geçtikçe artıyor. Bu noktada ise hayatımıza sürdürülebilirlik kavramı giriyor.
Sürdürülebilir yaşam kapsamında, dünyamızın daha yaşanabilir hale getirilmesi, sınırlı kaynakların daha verimli kullanılabilmesi ve gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak amacıyla akademisyenler, sosyal bilimciler ve proje yönetim uzmanları tarafından kurulan Sürdürülebilir Yaşam Derneği (SUYADER) Sürdürülebilir bir Yaşam için farkındalığı artırmaya ilişkin bilgiler üretip, bu bilgileri yaşam pratiğine dönüştürüyor.
Tarım Gündem Dergisi olarak Temmuz-Ağustos sayısında kapsamlı yer verdiğimiz sürdürülebilirlik konusunda, özel röportaj konuğumuz SUYADER Başkanı Prof. Dr. Emine Aksoydan. Sevgili Emine Hocamızın okuyucularımız için sorularımızı samimiyetle yanıtlarken, sürdürülebilirlik konusunu detaylandırdığı röportajı keyifle okumanızı dileriz…
Emine Hocam en yalın hali ile sürdürülebilirlik nedir? Bileşenleri nelerdir?
Sürdürülebilirliği daha çok kendi ihtiyaçlarımızı karşılarken bizden sonraki nesillerin ihtiyaçlarına da saygı göstermek olarak tanımlıyorum. Ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları olmak üzere 3 tane boyuttan söz ediliyor ama aslında çok daha farklı boyutları var:
- Ekonomik boyut tabii ki çok önemli, sonuçta birtakım şeylerin ortaya çıkabilmesi için bir ekonominin dönmesi gerekiyor. Ancak bu ekonomik boyutu sağlamaya çalışırken şu anda var olan doğal kaynaklara zarar vermeden, onların devamlılığını sürdürerek ilerlemek zorundayız.
- Sosyal boyut dediğimizde, çok da önemli temel haklardan bahsetmek gerekiyor. Yaşamın içinde farklı özelliklere sahip gruplar var; çocuklar, gençler, kadınlar, işçiler, yaşlılar gibi. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği günümüzün en önemli konularından bir tanesi. Dolayısıyla bu toplumun içinde yaşayan değişik katmanların her birinin sosyal haklarına zarar vermeden, onların haklarını gözetecek şekilde bir yaşam sürmek çok önemli.
- Çevresel boyut ise iklim krizi dediğimiz konunun belki de en belirleyici faktörü. Bize, çevreye zarar vermeden faaliyetlerimizi sürdürmeyi anlatıyor. Bu gezegenin kaynakları zaten sınırlı, biz bunu yok ettiğimizde yerine koyamıyoruz. Bu yüzden yaptığımız tüm faaliyetlerde çevreye zarar vermeden, var olanı koruyarak hareket etmek çok önemli. Bilimsel olarak çevreyi kimyasal, sosyal ve fiziksel olmak üzere bölümlendiriyoruz. Çok geniş kapsamlı düşünerek, çevrenin hiçbir boyutuna zarar vermeden günlük yaşam faaliyetlerimizi sürdürmek olarak tanımlıyoruz.
Sürdürülebilirlik konusunda önce globalde genel durum nasıl, değerlendirebilir misiniz?
Sürdürülebilirlik kavramı son zamanlarda çok moda bir kavram haline geldi ancak maalesef bazen çok içi boşaltılarak kullanılıyor. Özellikle firmalar bütün faaliyetlerine sürdürülebilirlik kavramını ekliyorlar ama diğer taraftan baktığımızda bir o kadar da çevreye, insana ve sosyal hayata zarar verdiklerini görüyoruz. Globaldeki duruma bakacak olursak ülkeleri azgelişmiş, gelişmişte olan ve gelişmiş ülkeler olarak ayırarak değerlendirebiliriz. Aslında bizim bugünkü sorunumuz, birçok az gelişmiş ülkede insanların yoksullukla baş etmeye çalıştığı, temiz suya erişiminin olmadığı bir yaşam formu varken diğer tarafta gerçekten refah içerisinde yaşayan gelişmiş ülkelerin olması. Bu anlamda globaldeki durumu sürdürülebilirlik boyutundan bakarak değerlendirecek olursak, besine ve temiz suya erişemeyen yoksul ülkelerin, bu hale gelmesindeki en büyük etkenin gelişmiş ülkeler olduğunu görüyoruz. Günümüzde, sürdürülebilirlik denince ilk akla gelen iklim krizinin etkilerini azaltmaya yönelik uygulamalar. Gelişmiş ülkelerdeki aşırı sanayileşme ve doğal kaynakların sorumsuz kullanımı sonucu ortaya çıkan karbon salınımı, bunun en büyük nedeni. Sanayilerini sürdürmek üzere verdikleri zararın bedelini yoksul ülkelerde yaşayan insanlar ödüyor. Sera gazı ve küresel emisyon üretiminde ilk sıralarda yer alan Amerika Birleşik Devletleri, iklim değişikliğine ilişkin tutarsız politikalar sergiliyor.
Türkiye’de durum nasıl?
Türkiye’ye bakarsak, aslında globalin küçük bir örneği diyebiliriz. Sanayinin yoğun olduğu bölgelerde ciddi bir karbon salınımı ve iklim krizine katkıyı görüyoruz. Diğer taraftan daha doğal ortamlarda yaşamını sürdüren bir kesim var ve onlar da aynı şekilde, hiç katkıları olmamasına rağmen sanayinin yoğun olduğu bölgelerdeki durumdan etkileniyorlar. Burada çok büyük bir dengesizlik ve haksızlık ortaya çıkıyor. Ülkemizdeki politikalara bakarsanız, bakanlığın ismi bile T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirildi. Ancak şu andaki çalışmalar henüz yeterli değil. Bu noktada konunun ciddiyeti anlaşıldıkça ve sonuçlarından politika yapıcılar da dahil olmak üzere tüm yaşayanlar olumsuz şekilde etkilendikçe, bu konulara daha fazla önem verilecektir. Hala zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Peki sanayi olmasın demek bir çözüm değilken bu durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz?
Tabi ki sanayi olmasın demek bir çözüm değil, ekonominin sürmesi gerekiyor. Ancak sanayi faaliyetleri sürerken içerisinde insanların ve canlıların yaşadığı ortam olarak en geniş anlamıyla çevreye, en az zarar verecek şekilde hareket edilmeli. Ancak bunun ekonomik karşılığı da oldukça yüksek olduğu için, birçok kesim bu teknolojilere yatırım yapmak yerine eski ve ucuz yöntemleri kullanmaya deva ediyor. Örneğin yenilenebilir enerjiyi kullanmak yerine hala fosil yakıtları kullanmaya devam ediyoruz. Bu durumu çok önemseyen ve yatırımlarını bu şekilde yapan işletmeler/sanayiler de tabii ki var ama çok düşük düzeyde. Bu konuda ülkelerin duruma nasıl yaklaştığı ve politikaları çok belirleyici oluyor. Örneğin Paris İklim Anlaşmasını bizim ülkemiz çok geç imzaladı ve aslında pek çok yükümlülüğü kabul ettiği söylenemez.
Sürdürülebilirlikte ilk adım sizce ne olmalı?
Sürdürülebilirliğin bireysel, toplumsal ve politik olmak üzere boyutları var. Eğer nereden başlayabiliriz diyecek olursak, bireysel hareketle başlayabiliriz. Önce biz öğreneceğiz sonra en yakınımızdakilere öğreteceğiz. Bu noktada şöyle açıklamam daha doğru olabilir. Sürdürülebilirliğin en önemli boyutunun israf olduğunu düşünüyorum, özellikle gıda israfı. Tarım boyutu çok zahmetli ve maliyeti yüksek bir boyut. Bir besin bizim tabağımıza ulaşana kadar bir sürü süreçten geçiyor ve bu süreçte insan emeği, ortaya çıkan karbon salınımının yüksekliği gibi bir sürü etken var. Biz ne yapıyoruz? Bu kadar zahmetle masamıza ulaşan bir besini hiç düşünmeden çöpe atıyoruz. İşte ilk adım olarak buradan başlayabiliriz. Yaşamımızın temel kaynağı olan besinlerin ne kadar değerli olduğunu, nasıl yorucu ve yoğun süreçlerden geçerek bize ulaştığını doğru bir şekilde bilirsek, israfın maliyetinin ne kadar yüksek olduğunu anlamamız da daha kolay olacaktır.
Bireysel adımlar sizce gerçekten ne kadar etkili olabilir?
Dünyada en az 2 milyar kişi başını yastığa aç bir şekilde koyarken aynı zamanda 2 milyarın üzerinde obez insan var. Sanmayın ki onlar da çok iyi beslendikleri için bu durumdalar, aslında onlar da yetersiz beslenme sonucunda obezler. Tabii ki tedarik zincirindeki kayıplar çok daha büyük ama nereden başlayabiliriz dedik ya bu noktada şunu belirtmek isterim: ‘Özellikle evlerde tüketilen sebze ve meyvelerin yaklaşık yüzde 40’ı israf ediliyor.’ Bu şekilde anlattığımızda birtakım tepkilerle karşılaşıyoruz, sanayinin verdiği zararın yanında bizim alacağımız önlemlerin ne kadar anlamı var deniliyor. Asla doğru bir bakış açısı olduğunu düşünmüyorum çünkü eğitim bireyden başlar. Önce bireysel olarak ne yapabileceğimizi öğrenmemiz gerekir. Sonraki adım ise bildiklerimizi paylaşmak olmalı. Bu şekilde biz bilinçlendikçe politika yapıcılardan da talep ediyor olacağız. Bireysel boyutu küçümsemek yerine, bireyin ve küçüğün gücüne inanmak gerekiyor.
Sürdürülebilirliği, tarım özelinde değerlendirebilir misiniz?
Tarımda sürdürülebilirlik dediğimizde ilk aklıma gelen nokta toprak sağlığı. Toprak sağlığını korumak çok önemli çünkü tükettiğimiz besinlerin içerisindeki besin değerini belirleyen toprak. Dolayısıyla toprağın varlığını ve sağlığını koruyan bir tarımdan söz etmemiz gerekiyor. Konvansiyonel tarım uygulamaları ise maalesef sürdürülebilirliğin bir parçası olmaktan çok uzak. Konvansiyonel tarım, acımasız bir tarım çünkü amaç sürekli daha fazla verim almak. Ancak yalnızca daha fazla verim hedefiyle 10 yıl sonra ne olacağı hiç düşünülmüyor. Maalesef kontrolsüz kimyasal kullanımı insan sağlığına ve biyoçeşitliliğe büyük zarar veriyor. Bu yüzden permakültür, agroekoloji gibi toprak ve insan sağlığını odağına alan kavramlar, tarımda sürdürülebilirlik dediğimizde öne çıkan kavramlar oluyor. Sistem, tedarik zincirinin çok kısa olduğu, toprak sağlığını ve insan sağlığını odağına alan ve küçük üreticiyi destekleyen bir sistem olursa ancak o zaman sürdürülebilirliğinden bahsedebiliriz.
Türkiye’deki çiftçi profili ve gelişen yeni teknolojiler ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizdeki çiftçilerin yaş ortalaması çok yüksek. Genel istihdamda 65 yaşın üzerinde olanların yüzde 75’i, tarım sektöründe çalışıyor. Bakın bu çok yüksek bir yaş ortalaması. Eğitim düzeylerine baktığımızda ise ilkokul terk ya da en iyisi ortaokula gitmiş ama mezun olmamış. Şimdi susuz tarım ya da dijital tarım gibi kavramlar geliştirilmeye çalışılıyor. Bu noktada özellikle ülkemizdeki çiftçi profilini düşününce, ben bu yöntemlere biraz mesafeli yaklaşıyorum. Ülkemizde bu noktaya geçiş için henüz zamana ihtiyaç var. Tam tersi örnekler tabii ki var ancak sayıları henüz yeterli değil. Susuz tarımın da kendine göre birtakım handikapları var. Dolayısıyla toprağı ve suyu korumak ana hedef olmalı. Bu işi nasılsa çözeriz gibi bir kolaylık yok.
Hocam biraz da sizi ve derneği tanıyabilir miyiz?
Ben Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü mezunuyum. Sonrasında yüksek lisan ve doktoramı halk sağlığı konusunda yaptım. Halk sağlığı konusu, benim yönümü belirleyen nokta oldu. 34 yıllık akademisyenlik hayatımdan sonra biraz daha sahada, aktif rol üstlenmek istedim ve 2018 yılının sonunda emekli olup Sürdürülebilir Yaşam Derneği’ni kurdum. Akademisyen arkadaşlarımın da ilgisi ve katılımı ile aslında genç bir dernek olmamıza rağmen, oldukça iyi bir kadroya sahip ve aktif çalışan bir derneğiz.
Sürdürülebilir Yaşam Derneği (SUYADER) olarak faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
Derneğimizin asıl amacı farkındalık oluşturmak, bilinç düzeyini yükseltmek. Sürdürülebilirliğin tanımını herkes yapabilir ama yaşam biçimi olarak algılıyor mu ya da kullandığı ürünlerin en kadar sürdürülebilir olduğunun farkında mı gibi birçok konuda bilinç ve farkındalığın artması gerekiyor.
Bu amaçla da uygun ortam bulduğumuz takdirde farkındalığı artıracak her türlü faaliyet ile ilgileniyoruz. Tabii ki dernek olarak keskin kırmızı çizgilerimiz de var çünkü faaliyet alanımız, sürdürülebilirlik gibi oldukça hassas bir konuda. SUYADER olarak 2 adet kitap yayınladık. Bunlardan ilki Sürdürülebilir Yaşam Rehberi, ikincisi ise Dünya Senin Ellerinde. Kitaplar, farklı yayınlar, blog yazıları, toplantılar ve düzenlediğimiz kongreler ile farkındalık çalışmalarımızı çeşitlendiriyoruz. Buğday Derneği, ETO gibi kuruluşlarla farklı ağlarımız var. Örneğin benzer konuları önceliğine alan sivil toplum kuruluşları ile TORA Türkiye Organik ağını kurduk ve Zehirsiz Sofralar Platformunda yüze yakın sivil toplum örgütü ve aktivistle tarım zehirlerinin kullanımının azaltılmasına yönelik çalışmalar yapıyoruz. İklim krizinin etkilerini azaltmaya katkı vermek üzere Türkiye’nin farklı bölgelerine meyve ağaçları dikiyoruz. Bugüne kadar toplamda yaklaşık 3500 meyve ağacı diktik. Meyve ağacı olmasındaki amacımız “Kurda, kuşa, aşa” yaklaşımı ile insanlar yiyebilmesi; insanların yiyemediğini ise kuş, böcek diğer canlıların yiyebilmesi. Bu uygulamadaki diğer amaç, gereksiz tüketimin önüne geçerek hediye olarak özel günlerinde sevdiklerimiz adına meyve fidanı bağışlamak. Böylece ülkemizdeki yeşil alanları da artırarak farklı boyutlardan sürdürülebilirliğe katkı veriyoruz. Bunların yanı sıra uygulama atölyelerimiz ve okullarda eğitim veren dernek gönüllülerimiz var.
Kırmızı çizgi derken neyi kastediyorsunuz?
Gelen proje tekliflerini çok irdeliyoruz, gerçekten istediklerinin ne olduğunu anladıktan sonra olur ya da olmaz kararını veriyoruz. Derneğimizin adını ve faaliyetlerini görüp birlikte proje yapmak isteyen çok firma oluyor. Yeni çıkardığımız, sürdürülebilir bir ürünün lansmanını yapmak istiyoruz diyorlar. Peki ne yapmak istiyorsunuz dediğimizde t-shirt yaptıralım konusundan başlıyorlar. Bastırılan o tek kullanımlık t-shirtlerin çevreye çok büyük zararı var gelin t-shirt yerine farklı bir şey yapalım çevreye daha az zarar verelim dediğimizde ise, bizim önerdiğimiz şeyler onlar için görünür olmuyor. Bunu kabul etmiyorlar. Bizim de derneğimizin kırmızı çizgileri var, bu yüzden birçok şirketle bir noktada buluşamıyoruz.
- Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Kongresi hakkında bize detaylı bilgi verir misiniz?
İlkini 2019 yılında düzenlediğimiz kongrenin, bu yıl üçüncüsü 9-10 Kasım tarihlerinde, İzmir’de gerçekleştireceğiz. Uluslararası düzeyde olan bu kongre için ülkemizden ve farklı ülkelerden, belirlediğimiz konulara göre konunun uzmanlarını davet ediyoruz. Bu yıl düzenlenecek olan 3. Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Kongresi’nin ana konusu “ Cumhuriyetimizin 100. Yılında Sürdürülebilir Geleceği Birlikte Tasarlamak”. Bu sene biliyorsunuz, Cumhuriyetin 100. Yılı ve bu yüzden bu konuya özellikle yer ayırmak istedik. Kongrede yer alacak oturum başlıkları ise şu şekilde:
- Agroekoloji
- Biyoçeşitlilik
- Gıda, Beslenme ve İklim Okuryazarlığı
- Gıda Egemenliği
- Gıda Toplulukları
- Göç ve Sürdürülebilirlik
- İklim Adaleti
- Yoksulluk, Açlık ve Gıda Güvencesizliği
- Krizler Ortamında Gıda, Beslenme ve Sağlık
- Küresel Isınma ve Sağlık Sonuçları
- Sürdürülebilir Bir Yaşam İçin Disiplinler arası Dayanışma
- Sürdürülebilir Gastronomi
- Sürdürülebilir Gıda Sistemleri ve Sağlıklı Beslenme Modelleri
- Tarım ve Beslenmede Sürdürülebilir Teknoloji Uygulamaları
- Afet Yönetimi ve Sürdürülebilirlik
- Sürdürülebilir Kentler
- Sanat ve Sürdürülebilirlik
Peki SUYADER olarak yürüttüğünüz projeler nelerdir?
SUYADER olarak benzer alanda çalışan sivil toplum örgütleri ile birlikte yürüttüğümüz Avrupa Birliği Projeleri var. Bir UNDP SGP/GEF projesini çok yeni tamamladık. Ankara, Tahtacıörencik Köyü’nde küçük üreticilerin desteklenmesi ile ilgili “ Gıdamız Geleceğimiz” isimli projeydi. Şu anda devam eden projemiz ise çocukların iklim değişikliğine dayanıklı hale getirilmesi üzerine bir proje olan ÇİDEA projesi. Çocuklar uygulama alanlarında doğa ile bütünleşerek toprağa dokunuyor, tohum ekiyor, böcekleri öğreniyor. Çocukları eğitmek gerçekten çok önemli çünkü çocuk aileyi eğitiyor. Bu tür eğitimlerin hızla artması gerekiyor. Bu projenin hemen arkasından aynı ortamda kreş öğretmenleri ile öğretmenlerin eğitilmesi gereğine yönelik bir proje başlayacak.