15.02.24

Organik Üretim Ülkemizde Nasıl Gelişti ve Nerede?

Türkiye’de organik tarım uygulamaları, 1984-85 yıllarında Avrupa ithalat talebi doğrultusunda, sözleşmeli üretim sistemi çerçevesinde başlamış. Talep edilen ilk ürün kuru üzüm daha sonra organik incir ve kayısı olmuş. Dolayısıyla Ege bölgesinde başlayan organik tarım faaliyetleri zamanla tüm Türkiye’ye yayılmış.

2000’li yıllara gelindiğinde organik üretim yeni bir boyut kazanarak bitkisel ürünler, işlenmiş gıda ürünleri ile diğer gıda ve tarım ürünleri olarak sınıflandırılabilecek bir sektörel yelpazeye ulaşılmış. Türkiye’de organik tarım uygulamalarına yönelik ilk organizasyon ise, 1992 yılında Organik Tarım Organizasyonu (ETO) Derneği’nin kurulmasıyla başlamış.

Türkiye’de organik tarım başladığında, 1984-85 yıllarında üniversitede öğretim üyesi olduğunu belirten ETO Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Uygun Aksoy, ‘Türkiye’de ilk yasal düzenlemeyi ETO olarak organik tarımdaki farklı paydaşlar olarak biz hazırlayarak bakanlığa gönderdik ve bilgi akışını sağladık. Kuruluşumuzdan itibaren bilgi ve veri toplamaya başladık. Şu anda merkez İzmir olmak üzere, altı şubemiz var’ dedi. Prof. Dr. Uygun Aksoy, organik tarım hakkındaki sorularımız şu şekilde yanıtladı:

Organik denildiğinde anlamamız gereken nedir?

Organik tarım, yasal düzenlemelerde ekolojik ve biyolojik tarımla eş anlamlı kabul ediliyor ve bu nedenle organik, ekolojik ve biyolojik terimleri ise yasal koruma altında. Bu terimi kullanmak, üretim sürecinin üçüncü parti yetkili sertifikasyon kuruluşunca, bir referans yönetmeliğe göre denetlendiği ve uygunluk durumunun sertifika ile kanıtlandığı anlamına gelir. Organik ürün için, uygunluk durumunda sertifika düzenlenir ve ayrıca ürünlerin paketlerinin üzerinde ulusal organik logosu ve sertifikalandırma kuruluşuna ait etiket bilgilerine yer verilir. Organik ürün kapsamına bitkisel ve hayvansal gıda ya da gıda dışı ürünler, ile doğadan toplama ürünler girebilir. Örneğin organik bambu tekstil amaçları kullanılırken, doğadan toplanan tıbbi aromatik bitkiler de organik kapsamına girebilir. Su ürünleri de organik olarak üretilebiliyor. Çok geniş yelpazede üretim mevcut.

‘Organik’ in tarihini bize kısaca anlatır mısınız?

Geçmişine baktığımızda yüz yıllık bir geçmişi olduğunu ve bazı öncülerin 1920’lerde bu alanda çalışmalar yaptığını görüyoruz. Ancak bunun pazara yansıması yani organik pazarların gelişmesi, Avrupa öncülüğünde 1980’li yıllarda oluyor. Bu sayede artık organik ürünler çiftliklerde ya da kasabalarda satılmak yerine, belli merkezlerde tüketicilere sunulmaya başlanıyor.

Türkiye’deki gelişim ise, özellikle Avrupa pazarının büyümesiyle yakından ilişkili. Avrupa’da büyüyen pazar, tüketicilerin bilinçlenerek organik ürünlere olan talebinin artmasına neden oluyor ancak üretim doğru orantılı artmayınca ithalatı tetikliyor ve Türkiye’ye dünyada lider olduğu ürünlerde bu konuda talep geliyor. İlk talep ise Türkiye’nin dünya pazarında yeri olan geleneksel ürünleri kuru üzüm ve kuru incir oluyor. Türkiye’de organik üretim bu şekilde 1984-85 yıllarında başlıyor ancak o dönemde henüz ne AB’de ne de diğer ülkelerde yasal bir düzenleme yok. Süreç, alıcı ile satıcı arasında belirlenen kurallar ve bu kuralları denetleyen üçüncü taraf kurumlarca yürütülüyor.

Günümüzde durum nasıl?

Günümüzde organik üretimin tamamı artık izlenebilir bir sistemde veri toplanarak yapılıyor. Organik üretimin dünya genelindeki durumunu, uluslararası kuruluşlarca toplanan bu veriler ile takip ediyoruz. Bu konuda çalışan çatı kuruluş Amerika’daki Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM) iken, diğer kuruluş ise İsviçre’deki Organik Tarım Araştırma Enstitüsü (FIBL)’ dür. Bugün yaklaşık 190 ülkeden veri toplanıyor. Bu verilerin toplanıp işleme alınması ve derlenmesi ise 2 yıllık bir süreç. İki kuruluş tarafından ortaklaşa yürütülen bu süreç sonucunda veriler ilan ediliyor.

Bahsettiğimiz 190 ülkenin 105 tanesi organik mevzuata sahip ülkeler. Ayrıca ulusal düzeyde hazırlık içerisinde ya da henüz mevzuatı yürürlüğe girmemiş ülkeler de mevcut. Buradaki duruma baktığımızda aslında organik pazar küreselleşirken diğer yandan ülkelerin kendi organik koşullarını da geliştirmek adına standartları üzerinde çalıştıklarını ve belirli kurallar çerçevesinde uyguladıklarını görüyoruz.

Peki Türkiye’de organik mevzuatı ne durumda?

Türkiye, 1994 yılından bu yana organik üretimi düzenleyen bir yönetmeliğe sahip. Bu yönetmelikte yetkili otorite ise Tarım ve Orman Bakanlığı. Mevcut mevzuat 2004 yılında kanunla desteklendi ve yönetmelik yenilendi. Yönetmelik ara ara gözden geçiriliyor. Ancak en son büyük revize 2010 yılında yapıldı. Şu anda Avrupa Birliği mevzuatında köklü değişiklikler yapıldığı için Türkiye, AB mevzuatına uyum süreci için yasal düzenlemelerin güncellenmesine ilişkin çalışmalar yürütüyor fakat henüz bu çalışmalar tamamlanmadı.

Aslında mevzuat konusunda bir karmaşa var diyebiliriz miyiz?

Dünyada organik konusunda resmi ulusal, özel veya uluslararası geçerliliği olan çok fazla standart var. Örneğin Codex Alimentarius Komisyonu’nun da bir mevzuatı var. Bunların tümü aynı temellere dayansa da maalesef tek bir çatı standartta birleşme konusunda başarılı olunamadı. Bu standartların bir kısmı sadece ülke sınırları içerisinde geçerli. Örneğin Türkiye mevzuatı yalnızca Türkiye sınırları içerisinde tanınıyor ve uluslararası geçerliliği halen yok. Çünkü bunun için yönetmeliğin eş değerlik alması gerekiyor. Avrupa Birliği ile denklik için başvuruda bulunuldu ancak birtakım aksama ve uzatmalar ve sonrasında da AB mevzuatının ve eşdeğerlik koşullarının değişmesi nedeniyle eşdeğerlik olmadı. Veri toplamada genelde yetkili otorite sorumluluk üstleniyor bizde de Tarım ve Orman Bakanlığı veri toplamakta ve paylaşmakta. Ancak Bakanlık sitesine baktığımızda verileri okuma kısmında yanılgıya düşebiliyoruz. Buradaki miktarların Türkiye’deki tüm organik üretimi kapsadığı var sayılıyor. Oysa bu veriler, sadece Türkiye mevzuatına uygun üretilen ve sertifikalanan ve sertifikası iç pazarda geçerli iç pazara dönük ürünler. Ancak bu sertifikalı üretimin bir kısmı aynı zamanda Amerika, AB, Çin hatta Japonya gibi ana pazarlara yönelik de organik üretilip sertifika alıyor. İkili, üçlü hatta dörtlü sertifika alan üretimler de var ve toplamının ne kadar olduğu bilinmiyor.

İhracat rakamları bize bir şey anlatabilir mi?

Türkiye’de maalesef bu konuda da kesin verilere ulaşamıyoruz ancak tahminlerde bulunabiliyoruz. Tahminlere göre organik gıda ve organik tekstil birlikte olmak üzere ihracat karşılığı bir milyar Euro civarında. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine baktığımızda, son derece düşük olduğunu görüyoruz çünkü onlar ihracat rakamlarını hariç tutuyorlar. Globalde ise bu rakam 2021 yılı için 120 milyar Euro dolaylarında.

Peki üretim alanı ya da pazar hacmi olarak değerlendirir misiniz?

Dünyadaki üretim alanlarına ya da pazar hacmine baktığımızda küçük kalıyor. Ancak bunu ülkeler ya da kıtalar bazında incelediğimizde örneğin AB’de organik üretim alanının toplam tarım alanındaki  payı olarak en yüksek payın Avusturya’da olduğunu görüyoruz, 2021 yılında yüzde 26’ydı. Ülkelere göre bu oran değişiyor, yüzde yüz hedefi koyan ülkeler de var, ne kadar erişilebilir tabii ki tartışılır. AB ise yeşil mutabakat çerçevesinde 2030 yılında yüzde 25’a Almanya gibi bazı ülkelerde %30’a ulaşma hedefi koydu. Bahsettiğimiz yüzde 25 topluluğun ortalama hedefi, dolayısıyla Avusturya zaten bunu geçmiş durumda. Diyelim ki Malta yüzde 2-3 civarında kalacak, önemli olan ortalamada yüzde 25 hedefleniyor.

Türkiye’de organik pazarın gelişime açık olduğunu düşünüyor musunuz?

Diğer yandan gelişmiş ülkelerde pazar talebi artarken üretim aynı oranda artmıyor. Bu yüzden gelişmekte olan ülkeler için bu durum ihracat için bir fırsat doğuruyor. Bizim hep vurguladığımız nokta şu, ‘Organik ihracata yönelik bir ürün grubudur’ algısı çok yanlış bir algı. Biz önce kendi üretimimizi ve iç pazarımızı geliştirmeliyiz ki dengeli bir üretimden bahsedebilelim. Örneğin bakanlık tarafından hazırlanan Organik Tarım Ulusal Strateji Planı vardı. 2016 yılında sona erdi ve bir daha hazırlanmadı. Bazı stratejilerde organik tarım örneğin iklim değişikliğine dirençli ve teşvik edilmeli ibaresi geçiyor ancak ciddi bir teşvik maalesef yok. Sonuç olarak Türkiye’de pazarın gelişmesini engelleyici ve yavaşlatıcı çok faktör var.

Nedir bu gelişimin önündeki olumsuz faktörler?

Örneğin Türkiye’de tarımda küçük aile işletmelerinin yoğunluğunu kabul ederek bunları desteklemesi gerekiyor. Bu destekler yalnızca maddi destek değil aynı zamanda bilgi ve girdi desteği de dahil olmak üzere hepsi bir bütün olarak sağlanmalı. Bir diğer olumsuzluk tüketici güvensizliği. Diğer ülkeler bunu geliştirmek üzere ya talebi ya üretimi ya da ikisini aynı anda artırmak üzere hareket ediyorlar. Biz bu tip konularda maalesef eksik kalıyoruz.

Tüketici güvensizliği neye dayanıyor sizce?

Tüketici güvensizliğini anlamak çok mümkün değil çünkü Türkiye’deki sistem, A’dan Z’ye tohumdan hasada kadar denetimi, sertifikalandırma süreci birçok ülkenin sistemi ile birebir aynı. Ancak tüketicimiz konvansiyonelde ne yediğini bilmediği halde organiğe gelince acaba bu organik mi diye sorguluyor. Oysa organik ürünler kullanılan tohumun veya yemin genetiği değiştirilmiş (GDO)’suz olmasından arazinin önceki kullanımlarının veya birim alanda kaç hayvan olduğunun sorgulandığı, 2-3 yıllık geçiş süreci öngören, üretimi yönlendiren ayrıntılı standartların ve tüm sürecin bağımsız yetkilendirilmiş kuruluşlarca denetiminin olduğu bir sistem. Sistemin ve organik tarımın sağladığı faydaların ayrıntılı olarak anlatılması gerekiyor. Bu yapılmadan önyargı ile ‘organik gerçekten organik mi?’ diye soruluyor. Evet eğer organik pazarlardan alışveriş yapıyor ve paketli ürünlerde sertifikasyon ve organik bilgisi yer alıyorsa organiktir.

Tüketicinin güvenini kazanmak için ne yapılmalı?

Biz Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği olarak çok sayıda eğitim ve toplantı organize ediyoruz. Ancak asıl önemli olan sistemin şeffaflığı ve tüketicinin bilgilere erişimi. Amerika’da Tarım Bakanlığı sitesine girdiğinizde hangi sertifika neden iptal olmuş veya Türkiye’de ABD için hangi firmalar ürün üretiyor ve iletişim bilgilerine kadar ulaşabiliyorsunuz. Bizde Tarım ve Orman Bakanlığı uygunsuzluk durumunda birtakım cezalar kesiyor ya da sertifikaları iptal ediyor ancak bunu kimse duymuyor ya da bilmiyor. En önemli adım bu şeffaflığı sağlamak.

Ekolojik Tarım Organizasyonu (ETO) Derneği’nin kuruluş hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?

Türkiye’de organik tarım başladığında, 1984-85 yıllarında bizler üniversitede öğretim görevlisiydik. Dışarıdan gelen talep üzerine firma yetkilileri ve Tariş’teki arkadaşlarımız bize gelip nasıl ilerlemeleri gerektiğini sordular ve biz bir anda bununla ilgili çalışmalara başladık. Diğer yandan firmalara gelen organik ürün talebi, Türkiye’de bununla ilgili yeni iş kollarını yarattı. Sektör gelişmeye başlayınca bir arkadaşımız 1990 yılında resmi olmayan bir organik tarım toplantısına katıldı. Bu toplantıda 1991 yılında ilki İtalya’da, ikincisi İspanya’da gerçekleştirilecek olan Uluslararası Akdeniz Organik Tarım Toplantısı için, üçüncü sırada Türkiye’yi önerdi. Bu toplantı için farklı kuruluşlarda faaliyet gösteren bir grup bir araya geldik ve Agribiomediterraneo ’92 toplantı için çalışmaları yürütürken bir dernek olmaya karar verdik. 1992 yılında resmi olarak Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği’ni kurduk. Şu anda merkez İzmir olmak üzere Çanakkale, Ankara, Adana, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa’da şubelerimiz bulunuyor.

Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği olarak misyonunuz nedir?

ETO, organik tarımla ilgili bir çatı kuruluş olmayı, bilgi üretip paylaşmayı kendine görev edindi. Türkiye’deki ilk yasal düzenlemeyi ETO, olarak hazırlayarak bakanlığa gönderdik ve bilgi akışını sağladık. Kuruluşumuzdan itibaren bilgi ve veri toplamaya başladık. Ancak ülkemizde organik tarım konusunda en büyük eksikliğin her zaman bilgi eksikliği olduğunu fark ettik. Dolayısıyla ETO’nun misyonunu, organik tarımın sağlıklı, doğru ve hızlı gelişimini teşvik etmek üzere bilgi üretip paylaşmak olarak tanımlayabiliriz.

Dernek olarak faaliyetlerinizden bahseder misiniz?

ETO olarak, eğitim en öncelikli faaliyetimiz oldu çünkü hem kurucular hem de mevcut üyeler, organikte her şeyi aktif olarak takip eden bir gruptuk. Bu çerçevede biz 1997 yılından 2003 yılına kadar, Tarım Bakanlığında iki bin kişinin üzerinde ziraat mühendisine eğitim verdik ve Tarım Bakanlığı bu eğittiğimiz ziraat mühendisleri ile illerde organik birimlerini kurdu.

Bir diğer önemli anımız, o dönemin bakanı Mustafa Taşer Almanya’ya gitti. Almanya, Türkiye’de organik araştırma yapılırsa destek olacağını söylemiş. Bunun üzerine bakanlık bir yazı yayınladı ve yazıdan sonra herkes, nasıl organik araştırma yapılır öğrenmek için ETO’yu aramaya başladı. Biz de bu böyle olmaz dedik ve bir hafta boyunca araştırıcılara, organik araştırma nasıl olmalı eğitimi verdik. Ağırlıklı olarak eğiticilerin eğitimine odaklandık ancak yer yer tüketici eğitimleri de yapıyoruz. Çok sayıda proje yürüttük. Avrupa Birliği, FAO, UNDP, Alman Hükümeti ve Erasmus prpgramı gibi çok farklı kaynaklarla projeler yürüttük ve yürütmeye devam ediyoruz.

ETO olarak, 1999 yılından bu yana organik tarım sempozyumu düzenliyoruz ve web sitemiz üzerinden hepsi erişilebilir kaynaklar. Youtube’da yetmiş programlık Organik Akademi Programı gerçekleştirdik. Türkiye Organik Tarım Ağı’nı kurduk. Bununla amacımız yerelde çalışan ve çalışma alanlarımızın örtüştüğü dernekler ile güç birliği yapabilmekti çünkü bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Şu anda kurduğumuz Organik Tarım Ağı’nda, Türkiye’nin farklı illerinden yirminin üzerinde aşan STK üyeye sahibiz.