02.04.23

İklim Değişikliğinden Korkmak Yerine, Durumu Anlayıp Acil Önlem Almalıyız

İklim Değişikliğinden Korkmak Yerine, Durumu Anlayıp Acil Önlem Almalıyız

Türkiye bir yandan deprem ve sel gibi olağanüstü doğa olayları ile karşı karşıyayken diğer yandan kuraklıkla boğuşuyor. TMO tarafından yeni yayınlanan 2023 Şubat Fenolojik Değerlendirme Raporu’na göre, 1 Ekim 2022-28 Şubat 2023 dönemini kapsayan 2023 su yılı yağışlarının, normalinin ve geçen yıl yağışlarının altında gerçekleştiği belirtilerek: ‘Türkiye geneli 5 aylık su yılı yağışları son 63 yılın en düşük seviyesinde’ olduğu açıklandı. Tüm bu yaşananların ortasında ise hala iklim değişikliğinin varlığı tartışılıyor.

TarımGündem olarak Mart-Nisan sayımızda ‘İklim Değişikliği ve Tarım’ konusunu mercek altına aldık. Bu konuda özel röportaj konuğumuz ise Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi (İklimBU) Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz oldu. İklim ve Doğa Bilimci Prof. Dr. Levent Kurnaz ile yaptığımız röportajda, iklim değişikliği konusunu tüm detaylarıyla okuyabilirsiniz…

Türkiye’de iklim değişikliği konusu sizce anlaşıldı mı?

Bugün hala iklim krizi diye bir şey var mı yok mu konusu Türkiye’de net değil. Maalesef ülkemizde, durum kriz boyutunu buldu mu bulmadı mı henüz karar verilebilmiş değil. Dolayısıyla bu konu, Türkiye açısından net hazırlanmış ve bitmiş bir konu değil. Bir değişiklik var, herkes bunu hissediyor ancak bu değişikliğin ne kadarının kalıcı ne kadarının geçici, ne kadarının ise periyodik olduğunu Türkiye hala tartışır durumda. Özellikle tarım tarafından bakacak olursak durum daha da karışık çünkü çiftçi bunların tamamen geçici olduğunu düşünüyor.

Peki çiftçiler bu duruma nasıl yaklaşıyor?

İklimBU olarak, göç ile ilgili yaptığımız bir çalışmada şuna rastladık; insanlar kötü bir şey ilk kez yaşandığında bu geçicidir diyerek yola devam ediyorlar. Ancak ikinci, üçüncü kez aynı şeyi yaşadıklarında ciddi bir değişiklik yolu arıyorlar. Bizim tarımdaki durumumuz da şu anda aynı. Kuraklıktan dolayı bütün ürününü kaybeden çiftçi, bir önlem almak peşinde değil, bu geçici ve düzelir diye düşünüyor. Buna cehalet demek istemiyorum, bilmelerine rağmen kabullenmeme demek daha doğru olur.

Çiftçi, alışkanlıklarını değiştirmek mi istemiyor?

İklimBU olarak 2016 yılında, Konya kapalı havzasında o zamanki Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile birlikte, bir kuraklık eylem planı çalışması yaptık. Bölgede 90 bin tane su kuyusu olduğu ve bu 90 bin kuyunun sadece 10 bin tanesinin ruhsatlı olduğu ortaya çıktı. Ruhsatlıdan kastımız para alınıp alınmaması değil, orada bir kullanım var ve kaç. Metreden ne kadar su çektiğini bilmek istiyoruz. Çiftçinin ne kadar su çektiğini bilecek olursak aşağıda da ne kadar su olduğunu biliriz. Dolayısıyla çektiği su ne kadar süre gider bilgisine ulaşarak çiftçinin sürdürülebilirliği için çalışabiliriz. Ancak çiftçi, devlet kendisinden para alacak düşüncesiyle metre takılmasına asla izin vermedi. Haklı da olabilirler, bu durumun çok örneği de yaşandı. Ama bu bizim planlama yapma yeteneğimizi öldürüyor. Maalesef çiftçi o suyun, sonsuza kadar orada kalacağını düşünüyor. Su seviyesi her sene 3-5 metre daha aşağı iniyor. Bu yüzden de sürekli daha derine inilmek zorunda kalınıyor. Daha derine daha derine derken Konya kapalı havzasında şu anda 100-150 metreden su çekilen yerler var. Konya gibi tamamen düzlük olan bir yerde siz, devamlı fosil su çekersiniz. Bu su da binlerce senede geri gelir. Farklı coğrafyalarda su tekrar dolabilir ancak bu dağlık ya da iki dağ arası bölgelerde mümkün. Maalesef çiftçiye bu senin coğrafyanda mümkün değil, buna özel davranmalısın kısmını anlatmak çok zor.  Çünkü çiftçi gözüyle düşünüyor, gerçekten görürse bazı şeylere inanıyor. Çiftçinin inanması ancak o su bittiğinde mümkün olacak, maalesef bilimsel çalışmaya asla inanmıyorlar. Ancak bu bizim insanımıza özgü değil muhtemelen dünyadaki çoğu çiftçi bu durumda.

İklim değişikliği konusunda mevcut durum nedir?

İklim değişikliğinin temel sebebinin yüzde 70’i, bizim atmosfere saldığımız karbondioksit. Bunu çözersek diğer etmenler zaten basit kalacak. Biz bugün karbondioksit salınımını durdursak bile, atmosferdeki mevcut fazla karbondioksit dünyayı ısıtmaya devam edecek. Dolayısıyla biz bu durumun durması için 20 yıl önce harekete geçmeliydik. Bugün bırakırsak da evet, bir 20 yıla ihtiyacımız var. Peki bırakmazsak ne olacak? Türkiye açısından bakıldığında bu yüzyılın sonuna vardığımızda yaklaşık yüzde 20-30 arası yağış azalışı olacak.

Aslında bu sene bahsettiğiniz durumu yaşamıyor muyuz?

2022 yılı Aralık ayı verilerine bakacak olursak Türkiye genelinde almamız gereken yağışın sadece yüzde 60’ını aldık ve bazı bölgeler yüzde 20-30 seviyelerinde yağış alabildi. Bu çok özel bir sene, her sene böyle olur mu, olmaz tabii ki korkmayalım. Peki böyle seneler tekrarlayacak mı? Evet, tekrarlayacak ve daha da sıklaşacak. Yüzde 30 azalma olacak demek her sene yüzde 30 azalacak anlamına gelmiyor. Bazı seneler böyle yağacak bazı seneler yüzde 20’si yağacak. Bu daha kötü çünkü her sene yüzde 30 azalacak olsa tarımda buna göre plan yapabilirsiniz. Ancak şu anda olduğu gibi ne zaman ne yaşanacağını bilmeyen çiftçi çaresiz kalıyor. İşte bu yüzden yeraltı suyu çok kıymetli. Yağışın bol olduğu senelerde yeraltı suyuna hiç dokunmayıp, yağışın olmadığı senelerde kullanacak olsak daha makul bir tarım sistemine sahip olabiliriz.

Peki nerede hata yapıyoruz?

Şu anda Türkiye’nin üretim deseninde büyük hatalar yapılıyor. Konya ovasında şekerpancarı, mısır hiçbir zaman üretilmemeli. Konya ovasında biz sadece kuraklığa uygun ürünler yetiştiriyor olsak ve suyun az olduğu yıllarda kısmen sulama yapsak ama normal yağış zamanlarında sadece yağmur suyunu kullansak çok daha akıllıca yönetebiliriz bu süreci. Maalesef biz, köşeye sıkışmadan harekete geçmeyen bir milletiz. Bittiğinde bir çaresi bulunur zihniyetine sahibiz ama maalesef bir çaresi bulunmayacak. Çünkü şu anda yaşadıklarımız, insanlığın daha önce yaşadığı bir şey değil. Yaklaşık 10 bin yıldır Anadolu’da tarımsal üretim yapıyoruz, bu süre içerisinde böyle bir olaya rastlamadık.  Dolayısıyla ne yapacağımızı çok bilmiyoruz. Yüzde 30 azalma bugünden yarına olmayacak, belki yüz yılın sonunda olacak. Bu yüzden uykularımızı kaçırmaya gerek yok ancak acil önlem almak zorundayız.

Tarım, iklim değişikliği konusunda ne kadar paya sahip?

İklim değişikliğinin nedenleri dediğimizde, 3 ana gazı temel sebepler arasında sayıyoruz; karbondioksit, metan ve nitrikoksit. Ana kaynağı ise maalesef kullandığımız taşıma araçları. Tarımın, bu durumdaki etkisi ise tüm etmenlerini toplayarak söyleyecek olursak yüzde 15 civarında. Aslında o kadar büyük bir etki değil ama küçük de değil. Evet tarımda yapabileceğimiz çok şey var ama ondan önce motorlu taşıt kullanımından vazgeçsek ve elektrik üretiminde de doğalgaz yerine yenilenebilir enerjiye geçsek etkisi tarıma göre çok daha büyük olur.

Peki bu yüzde 15’lik oranı hangi etmenler oluşturuyor?

Tarımın etkisi şu iki noktada ortaya çıkıyor. İlki maalesef yaşam tarzımızdan dolayı biz, tarımsal üretimin yaklaşık yarısını çöpe atıyoruz. Üretimden markete, marketten eve gelene kadar olan süreçte ve evde çöpe atılanları düşündüğümüzde yaklaşık yüzde 50 gibi bir orandan bahsediyoruz. Kötü olan kısım bu, biz bunu azaltsak ya da tamamen ortadan kaldırsak, tarımsal salınımların yarısı azalacak. Diğer taraftan ise bizim çöpe attıklarımız, çöpte bir doldurma alanına gidiyor ve metan gazı açığa çıkıyor. Bunun önüne geçsek çok daha karlı olur. İkinci nokta ise küreselleşmenin ve neoliberal ekonomilerin götürüsü olarak anlaşılmaz bir tarım üretimi yapmamız. Türkiye açısından büyük bir problem olmayabilir ama örneğin Guatemala’da üretilen muz, paketlenmek için Vietnam’a gidiyor, oradan da satılmak üzere Avrupa’ya geliyor ve satılanın da üçte biri çöpe gidiyor. Bunlar, dünya genelini değerlendirecek olursak korkunç ve ağır tüketim sorunları.

Sadece karbondioksit salınımı ile sınırlandıramayız konuyu değil mi?

Tabii ki sadece karbondioksit salınımı olarak değerlendirmemek gerek. Türkiye sahip olduğu suyun yüzde 77’sini tarımda kullanıyor. Bir de üzerine kontrolsüz kimyasal kullanımı var ve zaten tarımın ana ayak izi bu kontrolsüz kimyasal kullanımından kaynaklanıyor. Buradaki tek problem tarımın, karbondioksit salınımı ile iklim değişikliğine sebep olması değil. Çok fazla su kullanması, çok fazla kimyasal kullanması, toprağı geri dönüşsüz kaybetmesi gibi çok daha geniş bir yayılımı var. En basiti toprağı sürme şeklimiz bile hatalı çünkü toprak yıl boyunca karbon tutuyor ve biz toprağı sürerek bütün karbonu havaya saçıyoruz. Peki ne yapacağız sorusunun cevabı ise çok basit. Ben bilim tarihi dersi veriyorum; milattan önce 1600 civarında Mezopotamya’da bunun önüne geçen üretim teknikleri kullanılıyormuş. Toprağa küçük bir delik açıyor, içerisine tohumu koyuyor ve kapatıyor. Bize hep toprağın havalanması iyidir diye öğretildi, halbuki toprağın öyle bir ihtiyacı yok. Hatta havalanmasa daha mutlu. Bunların tamamını aşacak tarım sistemleri kurabiliriz.

Suyumuz tükeniyor mu gerçekten?

Evet su, dünyanın pek çok bölgesinde azalıyor. Ancak dünyanın bazı bölgelerinde de su artıyor. Örneğin Ukrayna, Rusya, İsveç gibi daha önce tarım yapılamayan yerler tarıma açılıyor. Zamanla ürün desenleri değişecek ve bununla birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Rusya’nın böyle bir kültürü ve tarım alanlarını işleyecek insan gücü yok. Baktığımızda onların da insan gücüne ihtiyacı var. Bu yüzden dünyada küresel politikaların en temelden yeniden kurgulanması gerekiyor. Diğer problem o kadar kuvvetli yaklaşıyor ki politik problemler çok küçük kalacak. Bu yüzden çözüme odaklanmak lazım. Ama sorunuza dönecek olursak Türkiye olarak, suyumuz tükeniyor.

Devlet bu noktada nasıl rol üstlenmeli?

Ülkemiz güney kesimi bu yüzyılın sonunda, yaklaşık Kahire-Basra çizgisi gibi olacak. Antalya-Urfa çizgisi Kahire Basra, kuzeyde İstanbul-Rize çizgisi ise Antalya-Urfa haline gelecek ve bu bir günde olmayacak tabii. Bizim de kendimizi değişen koşullara hazırlamamız gerekiyor. Rize’de çay tarımı değil de buğday tarımı yapacağız gelecekte. Aç kalır mıyız kalmayız ama düşünceyi değiştirmemiz lazım. Bu noktada üretim desenini değişmek zorunda. Çiftçiye tek bir kelime edemiyorsunuz çünkü haklı, ancak karnını doyuruyor. Dolayısıyla sen bugün çiftçiye mısır değil buğday ekeceksin dediğin zaman, onun elinden buğdayı mısırı sattığı fiyata almak zorundasın. Yoksa hiçbir yolu yok onu döndürmenin. Diğer yandan gençlerin çiftçiliğe özendirilmesi gerekiyor. Tüm bu alanlarda da devlet planlamasına ve kontrolüne ihtiyaç var. Bugün nasıl enerji ve sınır güvenliğinden bahsediyorsak gıda güvenliği de aynı derecede önemli bir konu. Sınırlarını korumak için nasıl uçak, tank alıyorsan gıdanı korumak için de benzer bir yatırım yapmak zorundasın. Bugün buğday yoksa Rusya’dan alırım diye düşünüyor olabilirsiniz ancak onlar da üretemediğinde biz kendi gıdamızı temin etmekte sorun yaşayacağız ve o nokta çok uzakta değil.

İklim değişikliği konusunda yapılan uluslararası anlaşmalar ne kadar gerçekçi?

Önce 1992 yılında İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (COP- Coefficient Of Performance) imzalandı. Ancak COP, ne yapılması gerektiğini ama nasıl yapılması gerektiğini söylemeyen bir sözleşme. COP diyor ki; bu anlaşmaya taraf olan ülkeler her sene bir araya gelerek ne yaptıklarını ve ne kadar ilerlediklerini değerlendirecekler. Bu toplantıların üçüncüsü olan Khyoto Protokolü’nde ne yapılacağına az çok karar verildi ve denildi ki; 2008-2012 yılları arasında gelişmiş ülkeler salınımlarını 1990 seviyesinin altına çekecek. Hedef yüzde 5 daha az salınım. Tabii gelişmiş ülkelerin yüzde 55’i bu resmin içerisinde yer aldı. Örneğin en büyük salınım yapan Amerika Birleşik Devletleri ben yokum dedi. Aynı zamanda Hindistan, Çin, Endonezya gelişmekte olan ülkeler arasında yer aldığı için anlaşma içerisinde yoklar ama bugün en fazla salınım yapan ülkeler arasında yer alıyorlar. Dolayısıyla etkisi büyük olabilecek bir anlaşma hiç olmadı.

Bugün iklim değişikliği konusunda bir anlaşma karmaşası var gibi, siz ne düşünüyorsunuz?

COP sözleşmesi 2012 yılında bittiği için yenilenmesi gerekiyordu ancak bu yenilemelerin birkaç yıl öncesinden planlanması lazım çünkü dışarıdan göründüğü kadar basit sözleşmeler değil. Arka perde de gerçekten ciddi çalışmalar yapılıyor. Bu yüzden 2009 yılında Kopenhag’daki COP’ta hepimiz, yeni bir anlaşma çıkmasını bekliyorduk ancak maalesef çıkmadı. İki çok önemli nokta yakalandı ancak sonucunda hiçbir şey olmadı. Birinci karar, ‘İlk defa dünya devletleri küresel ısınma kötüdür, 2 derecede durdurulması lazım’ oldu. İkinci karar ise; ‘Küresel ısınma kötüdür, bu yüzden biz gelişmekte olan ülkelere, bu konudaki sorunlarını gidermeleri için her sene 100 milyar dolar verelim’ şeklindeydi. Ama ne yapılacağını seneye konuşalım dediler ve 2014 yılına kadar anlaşmaya varamadılar.

2014 yılında ortak bir nokta bulunabildi mi?

2014 yılında bir yöntem bulunarak anlaşmaya varıldı diyebiliriz. Anlaşmaya göre bütün ülkelere iklim değişikliğini durdurmak için ne yapmak istedikleri sorulacak ve takip eden sene yapmaları üzerine mutabık kalınacak. Buna göre 30 Eylül 2015’e kadar bütün ülkelerin INDC (Intended Determined Contributions) olarak adlandırılan Ulusal Niyet Beyanları’nı yapması gerekiyordu. Türkiye de bu ülkeler arasında yer aldı. 12 Aralık 2015’te, Paris’te anlaşmayı kabul etmek üzere bir araya geldiler. Anlaşmaya göre herkes, 2 derecenin altında mümkünse 1,5 derece sınırında kalmak üzere beyanını yerine getirmek üzere mutabık kaldı.

Peki bu anlaşmada eksik olan neydi, neden gerçekçi bir sonuç elde edilemedi?

Çünkü ülkelerin vermesi gereken taahhütler aynı olmamalıydı. Örneğin bizim dünya olarak en fazla 500 milyar ton daha sera gazı salma hakkımız var ve bu 500 milyarı aramızda nasıl dağıtırız türünde bir anlaşma yapılmalıydı. Maalesef böyle bir anlaşma yapılmadı. Dolayısıyla öcü gibi gösterilen bir Paris Anlaşması var ama anlaşma öcü olmaktan çok uzak. Uygulanabilirlik açısından çok gerçekçi ancak hedeflere ulaşmak açısından gerçekçi değil maalesef. Bu noktada taahhütler, ülkelerin inisiyatifine bırakılmamalıydı. Bu yüzden uluslararası anlaşmalar, bu bağlamda çok fazla sistemi etkileyici bir görüntü yaratmıyor.

Türkiye, Paris İklim Anlaşması’na uyan sayılı ülkeler arasında değil mi?

Türkiye olarak biz şartları otomatikman yerine getiriyoruz ama nasıl yerine getiriyoruz. Avrupa Birliği kredileri ile olan ilişkilerimizde bazı şeyleri yapmaya mecbur kalıyoruz. Şöyle açıklayayım örneğin, kömür termik santrali yapalım dediğimizde kimse para vermiyor, bu yüzden biz de kömüre vereceğimiz parayı rüzgara, güneşe harcıyoruz. Aslında sistem kendiliğinden çalışıyor ve biz de mecburen düzgün bir yola giriyoruz. Dünyada çoğu ülke Paris İklim Anlaşması’na uymuyor, örneğin Avrupa Birliği bu sene kömür kullanmak zorunda kaldı ve salınımları korkunç derecede arttı. Biz uyan sayılı ülkeler arasındayız.

İklimBU ne zaman kuruldu ve hangi sektörlerle çalışıyor?

İklimBU 2013 yılında kuruldu. Aslında biz, iklim değişikliği konusunda bilgi isteyen herkese destek olmaya çalışıyoruz. Bu konuda devlet ile çok yoğun çalıştığımızı söyleyemem ama özel sektör ile özellikle son yıllarda yoğun çalışıyoruz. Talep gelen sektörlerin başında da tarım geliyor. Araştırma enstitüleri, bitki besleme firmaları gibi sektörün birçok koluyla çalışıyoruz. Ekibimiz ise gün geçtikçe büyüyor çünkü mezun olan neredeyse hiçbir öğrencimiz bizi bırakmıyor ve araştırmalarımızda görev alıyor.

İklimBU olarak çalışma alanlarınızdan bahseder misiniz?

İklimBU olarak çalıştığımız alanlar iklim modelleme, strateji danışmanlığı, bilimsel yayınlar, eğitim ve konferanslar. Nasıl çalıştığımızı ise bir örnek ile açıklayabilirim: Karbon ayak izi ölçüm süreci çok uzun ve meşakkatli bir iş, tohumdan başlayıp sofralarımıza gelene kadar hatta tüketildikten sonraki süreç dahil takip etmeniz gerekiyor. Özetle bilimsel ve akademik bir iş diyebilirim. Biz bu sürecin tamamını yürütüyoruz. Bir başka yaptığımız iş ise örneğin bir fındık yetiştiricisi, ‘ben bugün fındık yetiştiriyorum ama değişen iklim koşulları nedeniyle gelecekte yetiştiremeyeceğim gibi görünüyor. Nerede yetiştirebilirim?’ diye soruyor. Bu noktada da biz devreye giriyoruz. Daha önce Karadeniz’de ideal fındık yetiştirme bölgesi 0-700 kot arasıydı ama şu anda bu kot arasını don vurmaya başladı. O zaman muhtemelen 200-900 kot arasına yerleşecek. Ancak yerleşirken aşağıda yetiştirdiği fındık türü ile yukarda yetiştireceği aynı olmayacak. Peki hangi çeşidi nerede ekecek? İşte tüm bu çalışmaları, İklimBU olarak biz yürütüyoruz.