30.12.22

Gıda Fiyatları Enflasyonunda Dünya Genelinden Neden Ayrışıyoruz?

Gıda enflasyonu Dünyada %16,1 seviyesi ile Mayıs 1974’ten beri en yüksek seviyesine ulaştı. OECD raporuna göre üye 38 devletten 18’i çift haneli enflasyonu görürken %20’nin üzerinde kalan beş devlet Estonya, Letonya, Macaristan ve Türkiye oldu. Tüm kalemlere bakıldığında Ekim 2022 yılı itibari ile %85,5 olarak gerçekleşen enflasyon aynı ülkeler içinde Türkiye açık ara ilk sırada yer aldı.  Türkiye’de yiyecek ve alkol harici içeceklerde yaşanan Ekim ayı yıllık fiyat artışı ise %99 oranında gerçekleşti. Gıda enflasyonu %20 üzerinde kalan ülkeler Çek Cumhuriyeti, Estonya, Kolombiya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Polonya, Slovak Cumhuriyeti ve Şili olarak sıralandı. Bu kategoride de en yakın takipçimiz %42,9 ile Macaristan olurken; gıda enflasyonunun diğer kalemlere nazaran çok daha yüksek çıkmasının nedenleri bizler açısından araştırma konusu oldu.

OECD ülkeleri içinde gıda enflasyonu en çok artan ülke olmamız, neden sorusu sorulmasını elzem kılmaktadır. Gıda fiyatları neden en çok artan sektörlerin başında geliyor? Kur dalgalanması gıda fiyatlarına neden çok hızlı reaksiyon veriyor? Dünyada yaşanan konjektürel olaylar nedeni ile yansıyan fiyat artışları ülkemize neden benzer oranlarda yansımıyor? Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı nedir? Dünyadan neden bu kadar yüksek oranda ayrışıyoruz?

Bütün bu soruların cevaplarını iki ana nedende toplayıp incelerken gıda enflasyonunu tetikleyen temel nedenler ile konjektürel nedenler şeklinde ikiye ayırmamız anlamamıza yardımcı olacaktır.

Temel nedenler olarak ilk ve en önemli etken tarımsal üretimde girdi temininde dışa bağımlılığımızı gösterebilir miyiz? Dışa bağımlılık subjektif bir kavram. Her ülkenin bir miktar girdi bağımlılığı vardır. Ülkemizde ise bu durum diğer ülkelerden daha vahim noktaya evrilmiş olabilir mi? Tarımsal üretimde ana girdi tohum, enerji (mazot), kimyevi gübre, pestisit, emek ve sermaye şeklinde özetlemek mümkündür.

Tablo 1’den de anlaşılacağı üzere fosil yakıt, gübre, pestisit temininde dışa bağımlılığımız %90’lar seviyesinde çok yüksek çıkmaktadır. Özellikle tarımsal üretimde maliyeti oluşturan üç ana kalem üretemiyor olmamız düşündürücüdür. Ülkede petrolün olmaması coğrafik bir kader olabilir. Kimya sektöründe nereyse hiç olmamamıza ne diyebiliriz? Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 1980’lere kadar ihtiyacı olan kimyevi gübresini kendi üretiyordu. Şimdi sadece ithalatçıyız. Hemen itiraz gelecektir “gübre ucuz enerji ister”. Evet gübre üretimi ucuz enerji ister ama enerjinin her zaman ucuz olacağının garantisi olmuyor. Bu tür kriz dönemlerinde dışa bağımlılığın bedeli ağır olabiliyor.

Tablo:1 Girdi Temininde Dışa Bağımlık Oranları
Girdi Adı Dışa Bağımlılık Oranı (%)
Kimyevi Gübre 90
Pestisit 84
Fosil Yakıt (mazot) 92
Tohum 21

Girdi tedarikinde olumlu sayılabilecek gelişme olarak yıllar itibari ile tohum temininde bağımlılığımız azaldığını söyleyebiliriz.  Ancak tohum sektöründe nispeten az bağımlıymış gibi görünen durumda ise, üretimin tamamen yerli olmaması, küresel üreticisi firmaların ülkemizde ürettiği tohumlarının “yerli” kabul edilmesi de göz ardı edilmemelidir. Buna karşılık bazı ürünlerin tohum tedarikinde (mısır, soya, ayçiçeği, havuç vs) dışa bağımlılık oranımız hala çok yüksektir.

(Kaynak: FS araştırmaları)

Girdi tedarikinde dışa bağımlılığımızın üretim maliyetlerimize nasıl yansıdığını Tablo 2’ye bakarak daha net anlayabiliriz. Örneğin buğday üretiminde 2019 yılı üretim sezonunda tarla içi maliyet dağılımının %50’sini mazot ve gübre oluştururken, 2022 yılında bu oran %67 seviyelerine vardığı görülmektedir. Buğday üretiminde neredeyse %90 seviyelerinde dışa bağımlı olduğumuz ürünlerde %67 üretim maliyeti oranına sahip olunmasının sonuçlarını döviz kuru değişimlerinde daha net ortaya çıkmaktadır. 2021 yılında üretici çıkış fiyatı ton 2250 lira olan buğday 2022 yılında 6500 liraya almak zorunda kalmamızın nedeni bu durum olabilir mi?

Tablo 3’ te yapılan çalışma bazı ürünlerde üretim maliyetleri dikkate alınarak her ürün özelinde tarla içi maliyetleri, dışa bağımlı girdilerin tutarları, oranları ve dışa bağımlı olduğumuz girdilerin net hammadde maliyeti sonucunda oluşmuş değerleri göstermektedir. Bu çalışmada bir ton ürün özeline indirgenerek üretmek için dış ülkelere gönderdiğimiz net döviz miktarlarını göstermektedir. Dışa bağımlı girdilerin oranlarda oluşan farklılıklar söz konusu ürünlerde kullanılan girdi miktarı ve değeri önemli bir etken olmaktadır. Denek olarak alınan sekiz üründe dışa bağımlılığın geldiği boyutları göstermesi bakımından çok önemlidir. Özellikle mekanizasyonu yüksek ürünlerde düşük işgücü kullanımından kaynaklı dışa bağımlılık oranlarının yüksekliği dikkat çekicidir.

(Kaynak: FS TARDES hesaplamaları)

(Kaynak: FS araştırmaları 2022 Aralık)

Diğer taraftan ihraç ettiğimiz fındık, kuru üzüm gibi ürünlerde bile dış kaynağa bağımlılık oranlarımız %50 seviyelerinde olduğu, mısır, buğday gibi hem insan tüketimine sunulan hem de hayvancılığın ana girdisi olan ürünlerde bu oranların %70-80 seviyelerine gelmesi dışa bağımlılığımızın geldiği boyutları ve gıda enflasyonunun çekirdek nedenini göstermesi bakımından çok değerlidir.

Tablo 3 daha detaylı incelendiğinde Türkiye’de üretilen tarımsal ürünlerden oluşan katma değerinin yani tohumdan çatala oluşan katma değerin yaklaşık %10 unun tekrar yurt dışına aktarıldığı görülmektedir. Bu durum sadece ekonomik olarak tüketicilere yansımamakta, aynı zamanda gıda güvencesi konusudur ki, Covid 19 ve Rusya Ukrayna savaşından sonra çok daha dikkate değer durmaktadır.

Ülkemiz girdi tedarikinde dışa bağımlılık oranının ortalama %60’lara vardığı; söz konusu değerler Rusya ve İran gibi ülkelerde sıfıra yakındır. Diğer taraftan gelişmiş AB ülkeleri, Japonya, ABD gibi ülkelerde nispeten yüksek olsa da tohum ve kimya sektörlerinde belirleyici olduklarından bize göre oranları daha düşük olduğu tahmin edilmektedir. Çin gibi yüksek nüfuslu ülkelerin girdide dışa bağımlılıkları, sadece fosil yakıttan kaynaklıdır. Diğer yüksek nüfuslu olan Hindistan’ın ise neredeyse girdide bize benzer bir bağımlılıkları bulunduğundan, 20019 yılında 28 milyon çiftçi greve gitmek zorunda kalmıştır. Venezuela petrol üreticisi olmasına rağmen girdi temini ve mazot üretiminde dışa bağımlı olduğundan uygulanan ekonomik ambargolar nedeni ile ülkede tarımsal üretim bitme noktasına nasıl savrulduğuna hep beraber tanık olduk. Bugün Rusya ve İran’a uygulanan ekonomik ambargolar gıda enflasyonu ve gıda güvencesinde aksama yaşamamalarının arkasında girdi temininde bağımlılıkların çok az olmasından kaynaklandığını iddia etmek yanıltıcı olmayacaktır.

Gıda enflasyonunda diğer ülkelere nazaran daha yüksek oranda ayrışmamızın diğer en önemli temel nedeni makro ekonomik dengelerin bozulması ve akabinde uygulanan Heterodoks Ekonomik Modele olan sektör paydaşlarının inancının zayıflığıdır. Tarımsal girdi üreticileri veya ithalatçıları hammaddelerini bir önceki sezonda temin edip, üretim sezonu boyunca üreticilere tedarik sağlarlar. Tahsilatlarını da hasat dönemi şeklinde oluştururlar. Her ne kadar ekonomik kriz dönemlerinde hasat vadeli satış çok azalsa da bugün dahi ortalama tahsilat süreleri 8 ay gibi bir sürede gerçekleşir. Kırılgan ekonomilerde ve döviz kuru belirsiz/tahmin edilemez süreçlerde girdi tedarikçileri, mevcut maliyetlerini ileri tarihli tahmin ettikleri kur üzerinden hesaplarlar. Döviz kırılır ise sermayelerini ve karlarını korurlar, kurlar değişmez veya tahminlerinden daha az yükselir ise yüksek karlar ile sezonu kapatırlar. Genelde bu durum ülkemizde yüksek karlılık şeklinde yansımaktadır. Sonuçta makro ekonomik dengelerin bozulduğu yıllarda oluşan belirsizlik gıda enflasyonunun oluşmasında ciddi etkileri olmakta; kamu bu sürece ve girdi tedarik sektörüne çok fazla müdahale edememektedir.

Gıda fiyatlarında aşırı artışa sebep olan konjektürel etkenlerin başında, enerji fiyatlarının artması gösterilebilir. Dünyada enerji fiyatları önceki yılın Ekim ayına göre %28,1 oranında artış yaşandı. Bu durum hem doğrudan sahadaki üretime hem de dolaylı olarak gübre üretimine yansıdığından çarpan etkisi yarattı. Alternatif enerji ve mekanizasyon yöntemleri geliştirilemez ise enerjide dışa bağımlı olan ülkelerin gıda da bağımlılığa sürüklenecekleri bir yüzyıla tanık olabiliriz.

Küresel salgın ve savaş döneminde bozulan tedarik zincirini en az hisseden ülkelerden biri olmamıza rağmen nüfus artış hızımız, üretim-tüketim denge tablolarımızın bizce güvenirliliğini yitirmiş olması ülke içinde endişelere yol açarak gıdaya olan talebi her geçen gün artırmaktadır. Bunun dışında üretimin daralması; ekilmeyen arazilerde artış, kuraklık, plansız üretim ve küçük üreticilerin sektörden çıkarken mirastan kaynaklı sorunların çözülmemesi (parçalı, çok miraslı) de dolaylı olarak üretim ve rekolte dalgalanmasına; gıdaya talebi bıçak sırtı şeklinde oluşmasına dönüştürmektedir. Diğer taraftan tüketicinin alım gücünün azalması gıdaya erişimi zorlaştırmakta ve “pahalı gıda” algısı kriz dönemlerinde daha da kronikleşmektedir.

Sonuç olarak; ülkemizin girdi temininde dışa bağımlılığının çok yüksek olması, makro ekonomik politikaların sektörün dinamiklerini olumsuz etkilemesi, diğer yapısal sorunları çözemememiz ve yukarıda sözü edilen diğer küresel gelişmelerin yansımalarının tamamının birleşmesi sonucu çarpan etkisi ile gıda fiyatları açısından dünyadan ayrıştığımız ve bu sonucun enflasyonda birinci olmamıza neden olduğu söylenebilir. Girdi temininde dışa bağımlılık tıpkı sanayide olduğumuz gibi “ithal ikameli üretim” gibi “ithal ikameli tarımsal üretim modeli” ne savrulduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Türkiye’de tarımsal üretim: tüm üretim risklerinin üstlenildiği, toprak ve su kaynaklarımızı kullanarak “Bakıcı (dadı)” konuma dönüşmesi sürdürülebilir tarım ekonomisi açısından ve gıda güvenliği konusunda kırılgan noktaya getiriyor. Diğer taraftan Dünya genelinde girdi tedarikinde yaşanan monopolleşme gelişmekte ya da az gelişmiş ülkelerin düşük gelirli tüketicilerini ve küçük çiftçi gruplarını ciddi oranda tehdit etmekte ve gelecekte daha da etmesi muhtemel gözükmektedir. Bütün bu veriler ülkemize özgü tarım politikalarımızı, özellikle girdi üretme politikalarımızı sil baştan radikal şekilde gözden geçirmemiz ve yapısal özelliklerimizi yeniden tasarlamamız gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde futbol yorumculuğuna benzer sonuç odaklı kısır tartışmalara ve kısa vadeli palyatif çözümler ile gelecekte yaşanması muhtemel gıda krizlerinden baş etmemiz kolay olmayacaktır.

Cumhuriyetimizin 100 yılını kutlayacağımız 2023 yılının hepimize sağlık, mutluluk, bolluk, bereket ve umut getirmesi dileklerimle…