Tohumlar, yaşamın kaynağını oluşturan ve devamlılığını sağlayan en önemli varlıklardan biri. Tohum çeşitliliği ise hastalıklara karşı direnç kazanmayı, iklim değişikliği gibi krizlere karşı dayanıklı üretimi ve değişen koşullara uyum sağlamayı mümkün kılarak yaşamın sürdürülebilirliğini sağlıyor. Ancak geride bıraktığımız yüzyılda dünyamızın genetik çeşitliliğinin %90’ından fazlasını yitirdik. Svalbard Tohum Deposu halen devam eden genetik çeşitlilik erozyonuna yanıt geliştirmek ve gelecekte küresel gıda güvenliğini tehdit edebilecek potansiyel durumlara karşı önlem almak için dünyanın tüm tohum türlerini bir araya getirip saklamayı amaçlıyor.
1900’lerden itibaren kaybedilen biyolojik çeşitliliğin arkasında gıdaya olan talebin artışı, endüstriyel üretim uygulamalarına geçiş, Yeşil Devrim ve monokültür üretim teknikleri gibi birçok tarihsel gelişme yatıyor. Monokültür uygulamaları daha fazla mahsul veren türleri önceliklendirirken yerel türlerin ve çeşitliliğin terk edilmesine yol açıyor. 250-300 bin arası olduğu tahmin edilen yenilenebilir bitki türlerinin yalnızca 150-200’ünü kullanıyoruz. Üstelik besin ihtiyacımızın %60’ını yalnızca üç gıdadan -pirinç, mısır ve buğday- sağlıyoruz. Genel tabloya baktığımızda tüm dünyada üretilen toplam gıdanın %75’i, yalnızca 12 bitki ve hayvan türünden elde ediliyor. Üretim esnasında kaybedilen çeşitliliğin yanı sıra orman alanlarının ve yaban hayatının yok edilmesi de genetik erozyonu artırıyor.
Depoda 1,2 milyonun üzerinde tohum bulunuyor
Halen devam eden genetik çeşitlilik erozyonuna yanıt geliştirmek ve gelecekte küresel gıda güvenliğini tehdit edebilecek potansiyel durumlara karşı önlem almak için Kuzey Kutbu’nun Svalbard takımadasında dünyanın tüm tohum türlerini bir araya getirip saklamayı amaçlayan Svalbard Küresel Tohum Deposu açıldı.
2001’de Birleşmiş Milletler tarafından müzakere edilen “Uluslararası Tohum Anlaşması’nın” imzalanmasından sonra resmi olarak 2008 yılında açılan ve 4,5 milyon tohum kapasitesine sahip olan depo, ilk yılın sonunda 400 bine yakın tohuma ev sahipliği yapıyordu. Bugün ise depoda 1,2 milyonun üzerinde tohum türü bulunuyor. Tohum deposu, -18°C’de sakladığı tohumlarla iklim değişikliği gibi küresel gıda güvenliğine yönelik tehditlere karşı geleceğin gıda tedarikçisi olarak görülüyor.
Svalbard Tohum Deposu’nda Afrika ve Asya’dan mısır, pirinç ve buğday gibi birçok temel besinin ender bulunan türlerinin yanı sıra Avrupa ve Güney Amerika’dan patlıcan, marul, patates gibi besinlerin tohumları da bulunuyor. Binlerce yıllık tohum birikimini barındıran depo, politika üstü tarafsız bir banka olarak sunuluyor ve insanlığın geleceğine dair umut ışığı olarak görülüyor.
Ne kadar güvenli?
Svalbard Tohum Deposu’nun yönetiminden Norveç hükümeti, küresel gıda güvenliğini korumak için çalışan sivil toplum kuruluşu Crop Trust ve İskandinav ülkelerinin genetik bankası ve gen bilgi merkezi olan Nordic Genetic Resource Center (NordGen) sorumlu. Hatta Slavbard kasası fikri ilk olarak Crop Trust’ın eski yönetici direktörü Cary Fowler tarafından 1980’lerde tasarlandı. Depoya emanet edilen tohumların mülkiyeti ise emanetçilerde bulunuyor, yani tohumlara sadece tohumu depoya verenler erişebiliyor.
Norveç Tohum Bankası gibi gen bankalarının beklediği olası bir felaket senaryosunda çiftçilerin yılların birikimi ile yetiştirdikleri tohum türlerinin yerini daha yüksek verimli laboratuvar tohumları alacak. Halihazırda çiftçilerin tohuma erişimi önündeki engeller düşünüldüğünde “topluma” ait olduğu kabul edilen tohumun gerçek sahibinin ve bu tohumdan kimin faydalanacağı soruları da ortaya çıkıyor.
Dünyanın en büyük çiftçi örgütü olan ve yerel üreticilerin geleneksel türleri korumasını destekleyen La Via Campesina, tohumların ulusal veya uluslararası gen bankalarında saklanmasına eleştiri getiriyor. Kamusal veya özel tohum bankalarında tutulan tohumların özgürleştirilmesi gerektiğini savunan La Via Campesina, genetiği değiştirilmiş organizmalara ve endüstriyel tohumlara karşı mücadelenin “altın pirinçler veya güçlendirilmiş tohumlar” ile kazanılmayacağını söylüyor. La Via Campesina’ya göre, gıda bankalarına güvenmek yerine yerel ve kadim bilginin yaygınlaştırılması, kolektif tohum saklama yöntemlerinin geliştirilmesi ve çiftçi haklarına saygı duyan alternatiflerin benimsenmesi, gıda egemenliğini sağlarken genetik çeşitliliği koruyabilecek bir çözüm olabilir.
Kaynak: croptrust.org