14.07.25

Gıda Güvenliği Kültürü, Türkiye’de En Zayıf Halka

Uzmanlar, iklim değişikliğinin hem dünyayı hem de Türkiye’yi her geçen yıl daha fazla zorlayacağına ve gıda güvenliği üzerindeki baskıyı artıracağına dikkat çekiyor. Bu noktada gıda güvenliğinin sağlanması için hem kültürün yaygınlaşması hem de gıda okuryazarlığının artmasının, sektör ve halk sağlığı açısından kritik öneme sahip olduğu vurgulanıyor.

Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası (TÜGİS), güvenilir gıda kültürünün yaygınlaştırılması konusundaki çalışmaları kapsamında Gıda Güvenliği Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Samim Saner’in konuk olduğu “Gıda Güvenliği: Bir tehdit mi yoksa fırsat mı?” başlıklı bir webinar düzenledi. Webinarda gıda güvenliğinin risk ve fırsat boyutları, tüketici güvenini güçlendirecek şeffaflık adımları ve gıdada tağşişten iklim krizine uzanan temel konular ele alındı.

İzlenebilirlik teknolojilerinin benimsenmesi önemli

Değerlendirmesinde gıda güvenliğinin her şeyden önce üreticinin değerlerine ve ilkelerine bağlı olduğunu ifade eden Dr. Samim Saner, “Günümüzün tüketici standartlarına göre gıda ürünlerinin üretim süreçlerinin görülmesi ve firmaların şeffaf bir şekilde paylaşması gerekiyor” dedi. Tüketicilerin artık ürün etiket bilgilerini saniyeler içinde sorguladığını belirten Saner, firmaların tarladan sofraya olan yolculukta izlenebilirlik teknolojilerini benimsemesinin önemini şeffaflık ve uluslararası kabul edilebilirlik çerçevesinde vurguladı.

Türkiye gıda sanayisinin gıda güvenliğinde aldığı mesafeyi ve çözüm bekleyen eksiklerini de özetleyen Dr. Saner, “Avrupa Birliği (AB) standartlarında uluslararası bir mevzuat altyapımız var. Ana çerçeve olarak sektör için bunun belirleyici bir etkisi ve avantajı bulunuyor. Kaydettiğimiz diğer bir önemli gelişme de gıda sektörünün uluslararası ticarette ortak gıda güvenliği dilini konuşacak kapasiteye ulaşması. Üçüncü olarak laboratuvar altyapısı bakımından büyük ilerleme kaydettik. Uluslararası standartlarda ve akreditasyona sahip laboratuvarlarımızın artık yurt dışına bile hizmet ihraç eder duruma geldiğini söyleyebiliriz” dedi.

Gıda güvenliği kültürü geliştirilmeli

Geliştirilmesi gereken noktaların da altını çizen Saner, “Gıda güvenliğinde hâlâ en zayıf halkamız gıda güvenliği kültürü meselesi. Pek çok işletme belgeyi duvara asmak için alıyor, prosedürlerini tamamlıyor ama gıda güvenliğini içselleştirmiyor. İkinci büyük eksiğimizse gıda okuryazarlığı; tüketici ne yazık ki etiketi doğru okuyamıyor ya yanlış anlıyor ya da hiç bakmıyor. Dolayısıyla hem kültürü yaygınlaştırmak hem de gıda okuryazarlığını artırmak, sektörümüz ve halk sağlığı için kritik öneme sahip” dedi.

Son yıllarda Türkiye gündemini sıkça meşgul eden gıdada hile konusuna da değinen Saner, “Tarım Bakanlığı’nın taklit-tağşiş listeleri denetimin işlediğini gösterse de kayıtlı firmalarda dahi ihlal örnekleri görünce tüketici ‘demek ki her üründe hile var’ endişesine kapılıyor. Oysa kaç numunede kaç olumsuz sonuç çıktığı yüzdelerle ve istatistik değerlendirmelerle açıklansa, sorunun gerçek boyutu görülür; böylece hem sektörün emeği boşa gitmez hem de tüketici güveni pekişir” dedi.

Yapılan hileler, küresel rakiplerimiz tarafından fırsata çevriliyor

“Hileyi ihmalden ayıran temel çizgi kasıttır” diyen Saner, “Ancak konuyu yalnızca ürün içeriğine bir şeyin eklenmesiyle veya çıkarılmasıyla sınırlı olarak düşünmemeliyiz. ‘Light’ olmayan ürünü ‘light’, vegan olmayan ürünü ‘vegan’, organik olmayan ürünü ‘organik’, ‘glutenli’ ürünü ‘glutensiz’ şeklinde etiketlemek de hiledir; çünkü tüketici ürünü etikette gördüğü bilgiler nedeniyle satın alır. Üstelik bu boşluklar dış ticarette de karşımıza çıkıyor. Örneğin İngiltere’de yayımlanan son raporda Türk balındaki taklit vakaları özellikle vurgulandı. Küresel rakiplerimiz bu zafiyetleri fırsata çeviriyor. Dolayısıyla iç pazarda tüketiciyi, dış pazarda da ‘Türk malı’ imajını korumak için gıda hileleriyle daha geniş ve kararlı bir mücadele yürütmeliyiz” şeklinde konuştu.

İklim değişikliği, gıda toksikolojisinde etmen

İklim değişikliğinin hem dünyayı hem de Türkiye’yi her geçen yıl daha fazla zorlayacağına ve gıda güvenliği üzerindeki baskıyı artıracağına dikkat çeken Saner, gıda toksikolojisinin önemine de değindi: “Sıcaklığın artması böceklerin yaşam döngülerini uzatarak ürün kaybını artırıyor. Ürün açısından zararlı olan bu canlılarla mücadele ise pestisit ihtiyacını yükseltiyor ve bu da yine gıdalardaki pestisit kalıntısı şeklinde karşımıza çıkıyor.”

Webinarın son bölümünde üniversiteler ve bilim camiasının, gıda güvenliği konusunda daha aktif bir şekilde rol almasının önemini vurgulayan Dr. Saner, “Gıda mühendisliği, ziraat, veteriner hekimlik ve beslenme bölümlerindeki öğretim üyelerinin; bilimsel doğruları cesurca dile getirip, karmaşık verileri halkın anlayacağı yalın bir dile indirgemeli” dedi.